09/08/2025
2 gün önce Hollanda tatilimizden döndük.
12 gün süren Hollanda maceramız muhteşemdi.
En güzeli ise Osmancığımızı gördük hasret giderdik.
Hollanda ise sanki bir masal ülkesi...
Her bir karesi ayrı güzeldi. Hiçbirini de unutmak istemiyorum.
Şimdi Edremit'teyiz.
Hava o kadar sıcak ve bunaltıcı ki.
Zaten biz yokken her yerde yangınlar çıkmış. Biraz internette gezindim bir sürü can sıkıcı haberler var; tipik Türkiye gündemi.
Evde otururken Hollanda'dan hatırladıklarımı bir yazayım diyorum. Ne kadarını hatırlayabilirim bu sıkıcı boğucu havada, ne kadarını yeniden hissedebilirim bilmiyorum.
Yazmaya başladım. Hatırladıkça ekliyorum.
...
Bugün 09 Ağustos
Yavaş yavaş hatıraları yazıyorum ama bitiremedim.
Bugün Altınoluk'a gittik. Deniz o kadar güzeldi ki. Saatlerce yüzdüm. Sonra eve geldik. Terasa çıktık. Cırcır böcekleri ötüyor bir yandan. Bir yandan da çok güzel esinti geliyor. Bakalım neler yazabileceğim. Keşke Hollanda'da yazsa idim en azından birkaç şey not alsa idim ama o kadar dolu dolu yaşadım ki yazmaya hiç vakit kalmadı.
...
Bugün 11 Ağustos
Aklıma geldikçe yazıyorum. Dün burada deprem oldu. Çok korktuk. Dakikalarca elim ayağım titredi. Bu kadar korkmamın sebebi ise bu eve hiç mi hiç güvenmemem. Evin hiç bir şeyi doğru değil ki kolonları temeli iyi olsun.
Bugün hava çok bunaltıcı çok sıcak. Odalar 34-35 dereceyi buluyor. Anneme göre ise "Bak ne güzel esiyor!"
Bu sene ilk defa hissettiğim bir şey; sıcaktan bunalmanın yanında bir yandan da sanki göğsümü sıkıyorlar. Kalbimin üstünde bir yük var.
Klima da bozuk. Saunada yazar gibi yazıyorum bu yazıları.
Klima çalışmıyor, tuvaletlerin sifonları çalışmıyor, lavabolar su sızdırıyor. Evde 2 banyo var ama iki banyonun da duş başlıkları bozuk. Eski zamanlardaki gibi küçücük bir leğene su koyup tasla yıkanıyorum. Fırın bozuk, ocağın düğmeleri kopmuş sade metal kısmı kalmış, çamaşır makinası mevta olmuş ama gömen yok, geçen çamaşırlarımı koydum ağır gelmiş döndürememiş, geri çıkardım 2'ye böldüm o kadar uğraştım ki elde yıkasaymışım keşke daha az yorulurdum.
Bulaşıkları elde yıkıyoruz. Perdeler yırtık. Her yer her bir köşe milyonlarca minik minik eşya ile dolu; fişler, kumaş parçaları, sakız, ıslak mendil, peçete...
Annemin evlendiğinden beri hatırası var diye atamadığı eşyaları heryerden çıkıyor. Bakın bakın bu masa tam 50 yıllık çeyizimden, bak bu halıyı da evlendiğim yıl almıştım da herkes hayran kalmıştı. Bakın bakın bu çorabı babam Japonya'dan getirmiş ben o zaman daha yeni doğmuştum yani neredeyse 70 yıllık, kıyamadım giyemedim şimdi de kimse giymiyor istemiyor, Bakın bakın bu kumaş parçasını almıştım ama annem kızının çeyizine koy dedi ne işe yarar ki bu. Bak Betül bu da senin bak Betül bu da bu da...
Dolaplar saklama kapları ile dolu. Tüm koltukların bazaları, tüm dolapların içi, kapıların arkası her yer eşya ile dolu. Her yer ama her yer tıka basa dolu.
Buzdolabı ağzına kadar hınca hınç dolu ama içinde yiyebileceğim hiçbir şey yok. Dışarıdan bir domates alsam dolapta koyabileceğim yer yok.
Bunalıyorum.
Dün kardeşimin getirdiği balığı pişirdi annem. Koca balığın belki de yarım kilo gelir kafasını 3 kattan aşağı attı, kediler yesin diye. Alıp düzgünce bir kapla da götürebilirdim aşağıya, tepeden atılmasına gerek yoktu ama annem dışarı atmakta meşhurdur. Mesela yerleri sildiğimiz pis suyu foşurt diye 3. kattan aşağı döker. Elmayı yer, çöpünü terastan aşağı fırlatır. Ya o sırada yoldan biri geçse, elmanın çöpü birinin kafasına gelse dediğimizde inşallah kimseye denk gelmez der ama bir şey değişmez ertesi gün yine atar bir gün önce bu mevzuyu yeterince konuşmamışız gibi. Akşamları yemekten sonra kalmış yemekleri yan taraftaki komşunun çatısına atıyor. Yan komşun senin çatına çöp atıyor diye haber verseler komşuna ne diyeceksin diyorum ben onları kuşlar için atıyorum diyor. Neden kendi terasının önüne koymuyorsun kuşlar oraya da geliyor diyorum susuyor. Ama ertesi gün yine kalmış pilavlar komşunun çatısına fırlatılıyor. Geçen gün de patlamış mısır yiyordu. Patlamış mısırın içinde tanecikler olur ya o tanecikleri kuşlar yesin diyeymiş komşunun çatısına tükürdü. Seni yakında kameraya da alırlar attığı çöpler yetmiyormuş gibi bir de komşunun çatısına tükürüyor diye diyorum hiç umrunda değil.
Akşama kadar hiç yerinden kalkmaksızın telefona bakıyor. 24 saatin tahminimce 22 saatinde telefon elinde. Yatağına gitmiyor telefonu ile koltukta uyuyor.
Ha bire beni gezdirin diyor. Kendi annesini ya da kayınvalidesini bir kere gezdirmiş mi acaba. Bize bunu da yükleyip vicdan azabı çektirtiyor.
Telefondan canı sıkılınca Defne'ye sarıyor. Tıpkı evdeki 2. çocuk gibi sürekli Defne'yi sinir ediyor.
Kendimi çok yaşlı bitmiş hissediyorum. O kadar bıktım bu hayattan.
Geceleri sinekten ve sıcaktan uyuyamıyorum. Defnenin tüm vücudu sinek yarası. Ya iz kalırsa diye ödüm kopuyor.
Sular acayip kireçli çay demliyorum çayın demi kırmızı değil turuncu oluyor.( Acaip bozuluyorum buna çay benim için önemli)
Su doldurmaya gittim geçen gün evet damacana arıtma vs de kullanmıyoruz biz, evet paramız var ama hayat kalitemiz gram yükselirse diye ödümüz patlıyor - geçen gün çeşmenin suyu o kadar az akıyordu ki hem de önümde sıra vardı eve gelmem bir saati buldu.
Kendimi çok garip hissediyorum. Tıpkı babam gibi davranıyorum ben de. Yaşarken ölü gibi olanlar yani. Edremit'te yapacak hiç bir şey bulamıyorum. Ne kitap okuyorum ne de başka bir şey akşama kadar tıpkı annem gibi telefona bakıyorum. Defne de sadece telefona bakıyor. Wifi de yok. Telefona bakıp da kaliteli müzik dizi film vs de izleyemiyoruz. Öyle saçma sapan ekrana bakarak takvimden sayfalar eksiltiyoruz.
12 Ağustos
Dün Defne'nin ısrarı ile Kadırga Koyu'na gittik. Deniz dalgalı ve pisti. Ama yine de girdik. Akşama doğru deniz temizlendi ama hâlâ çok dalgalıydı.
İyi ki de gitmişiz bana çok iyi geldi.
Akşam yattığımda çok yorgundum.
Lakin dün gece çok rüzgar vardı. Çatı ara ara öyle yüksek sesle çatırdıyor ki sabaha kadar beni uyutmadı. Sıcaktan da uyuyamadım. Sonra terasta dışarı çıktım koltuğa oturdum. Esinti iyiydi. Ama bu seferde bu çatı uçarsa direkt üstüme çöker dedim korkudan uyuyamadım. Öyle öyle sabah oldu. Saçma sapan bir geceydi. Başım korkunç ağrıyor.
Bunları yazarken bazen çatıdan öyle korkunç bir ses geliyor ki her seferinde Defne ile ödümüz patlıyor deprem mi oluyor diyerek korkuyla ellerimizi tutuyoruz. Hatta az önce yine bir çatırdı duyduk resmen ev titredi Defne öyle bir korktu ki kalbi deli gibi attı anne bak kalbime deyip deyip durdu. Ben de çok korktum.
Yazımı bir türlü bitiremedim hâlâ.
19 Ağustos
Bugün Altınoluk Sahili'ne geldik. Hava biraz ferah. ( Ferah dediysem de Edremit sıcagina göre ferah. Gelirken araba 44 derece idi bu arada.)
Deniz bugün yine dalgalı ve pis. Malesef bu sene bir kere bile düzgün güzel şıkır şıkır bir denize giremedim.
Ben de kafede oturdum bunları yazıyorum.
Artık yaz bitiyor. Kendimi çok üzgün hissediyorum.
Hollanda tatilimi yazacaktım ama bir türlü toparlayamadım. Aklıma geldikçe hatıraları ekliyorum.
HOLLANDA TATİLİMİZDEN BİRKAÇ KESİT
26.07.2025 Cuma
Aylar öncesinden planladığımız Hollanda tatiline çıktık.
Bilal Eylem Ege Bora annem Defne ve ben 6 kişi Osmancığımızı görmeye gidiyoruz.
Benim Hollanda'ya gitme nedenim tek bir şey; sadece Osman'ı görmek. Hiç bir yeri gezmesem de olur yani.
Perşembe günü Bilal'ler Çanakkale'den geldi. Onlar eve uğramadan Köfteci Hilmi'de buluştuk. Akşam yemeğini orada yedik. Ardından eve geldik. Biraz çay kahve faslından sonra yola çıktık. Bizim uçağımız sabah 06:30 da. En geç 03:30 da İzmir'de havalimanında olmamız gerek. Bu yüzden de 23:30 İzban'a yetişip geceyi havalimanında geçireceğiz.
Arabayı yavaş kullandığımdan ben biraz erken çıktım. İzmir'i hiç bilmediğimden epey gergindim. Yolda Bilaller bize yetişti. Navigasyonla İzmir Mavişehir'e geldim. Arabayı uygun bir otoparka parkettikten sonra İzban'a yani İzmir trenine bindik. Uzun bir yolculuktan sonra havaalanına geldik. Bizim uçağımız Corendor havayolları ile sabah 06:30'da kalkacak.
Geceyi havalimanında banklarda geçirdik. Herkes bir banka yattı. Ben de yattım ama uyuyamadım bir türlü.
Sabah 06:30'da uçağımıza yerleştiğimizde gerçekten çok yorgundum. Hepimiz çok yorgunduk. Daha tekerlek yerden kesileli bir beş dakika bile olmadan uyuyakalmışım. Ta ki iniş kısmına geçinceye dek derin ve hoş bir uyku ile uyudum.
O kadar dinlenmişim ki.
Yanımızdaki diğer tarafta koltuklarda yabancı bir kadın ve 2 oğlu oturuyordu. Bizim yanımızda ise babaları. Ben de adamla dizdize olmamak için mecburen cam kenarına geçtim. Defne ortada oturdu bu sefer- Defne epey bozuldu cam kenarına geçemediği için-
Bu yüzen de cam kenarında olunca inerken bu kez Hollanda'yı yukarıdan görebildim.
Muhteşem bir ülke.
Yukarıdan bahçeler köyler kanallar göller o kadar güzel görünüyordu ki.
Cennetten bir kesit sanki.
Amsterdam Havalimanı'na indik. Osman'la buluştuk.
Kardeşimi nasıl da özlemiştim.
Osman valizleri arabasına yükledi. Bu arada Osman Tesla almış. Gayet geniş ferah bir araba. Hem ön tarafta hem de arka tarafta bagaj yeri var.
6 kişinin valizlerini, eşyalarını Tesla'nın devasa bagajı almadı. Valizlerinin bir iki tanesini ön koltuğa koyduk. Bir kısmını da kucağımıza aldık.
Annem ben ve Defne konaklayacağımız eve gittik. Bilaller 2. sefere kaldı.
Yaklaşık 1 saat sonra kalacağımız eve geldik. Valizleri boşalttığımız gibi Osman Bilalleri almak üzere havalimanına geri döndü.
Osman bizi bir arkadaşının evine getirdi.
Bu evin hanımı memleketine gitmiş. Ev boşmuş. Osman'ın arkadaşı da boşuna otele para vermeyin burada rahat rahat kalın demiş.
Biz de sevinerek kabul ettik elbette.
Osman valizleri indirip de gidince ve biz de eve girince derin bir hayal kırıklığına uğradık.
Ev çok bakımsız pis. Bundan daha da kötüsü ev çok korkunç kokuyor. Ev o kadar kötü durumdaki valizleri hiç açmadık bile. Bilaller gelince konuşalım hemen bir otele geçelim ya da 2 yıl önce geldiğimizde Giethoorn'da kaldığımız evi yeniden kiralayalım diye düşündük.
Eve geçince epey bir moralim bozuldu.
Annemle ilk yarım saat öyle boş boş oturduk. Sonra bir çay koyayım bari dedim.
Çayı koyunca masayı da bir hazır edeyim dedim.
Çünkü en son Edremit'te bir önceki akşam 17 civarı yemek yemiştik. Hepimiz acıkmıştık. Çocuklar da aç gelir hemen otururuz masaya diye düşündüm.
Bu sırada mutfağı da biraz inceledim; Korkunç...
Belki 1 yıl belki de 2 yıl bu mutfağa hiç bakılmamış. Neye elimi sürsem midem kalktı.
Sonra mutfaktaki çöpün koktuğunu farkettim.
Sanırım çöpü evde unutmuşlar. Ya da önemsememişler.
Çöp kovasını dışarı çıkarıp tüm camları hatta dış kapıyı bile açtım.
Bilaller de bir türlü gelmek bilmedi.
Bu arada saat 16:00 oldu. O kadar acıktım ki annemin yol için yaptığı poaçalardan yiyeyim dedim, annem izin vermedi. Yemeği bekle dedi. Oysa ki o da benden daha iyi biliyor ki Bilaller kimbilir kaçıncı öğününü yediler. Ne Eylem ne de Ege bu saate kadar aç duramazlar. Bütün poaçaların eninde sonunda çöpe gideceğini annem de biliyor ama işte annemin canı sıkılıyor ya herkesin canını sıkması lazım. ( Gerçekten de bir tanesi bile yenmedi o poaçaların ve hepsini de 12 gün sonra evden çıkarken çöpe attık.)
Bu sırada etrafı keşif gezisine çıktım. Annem de daha sonra katıldı.
Biraz ilerleyip de köşeyi dönünce harika bir kanal bizi karşıladı. Meğer ne kadar da güzel bir yerdeymiş Osman'ın arkadaşının evi.
Çok güzel bir evin önünde harika bir kanal vardı. İçinde ördekler yüzüyordu.
Kanalların içinde beyaz ve sarı nilüferler vardı.
Her taraf çiçek doluydu.
Tüm bahçeler özenli mis gibiydi.
O kadar güzelmiş ki meğer buralar.
Biraz ilerledik. Her bir ķöşesi ayrı güzel evler gördük.
Kuğular ördekler balıkçıllar etrafta geziniyordu. Gezindikçe evler de güzelleşti.
Allah'ım çok güzel bir köye gelmişiz.
Gezerken Bilaller gelmiş aradılar hemen eve döndük.
Bilaller gelince de hemen yerleştiler. Gitmekten falan hiç bahsetmeyince de biz de sustuk. Bence evin havalanmış olması büyük faktör oldu. Koku geçince ev bize de biraz daha iyi görünmeye başladı.
Daha önceki gezimizde Giethoorn'da bir evde kalmıştık. Ev o kadar temiz ve o kadar düzenliydi ki kaşıkları çatalları bardakları kullanırken sudan geçirmemiştim bile. Burada ise bir aile evi olmasına rağmen herşeyi yıkayıp öyle kullandım.
Ev öyle pis ki sanki yemekleri yiyip tabakları hiç yıkamadan yerlerine yerleştirmişler. Tüm tabaklar tozlu ve pis hatta yağlı. Tüm bardaklar lekeli. Lavabo belki de yıllardır çamaşır suyu görmemiş. Yerler yapış yapış. Duvarlar koltuklar lekeler içinde. Hele banyo hele banyo. Çoraplarımız anında simsiyah oldu. Kirden pislikten koltuklara oturamıyorum bile.
Bu evde hiç temizlik yapılmamış belli.
....
Güzel ve uzun bir kahvaltı yaptık. Bilaller bir sürü kahvaltılık almış.
Kahvaltıdan sonra kahvaltı dediysem saat 18 civarı oldu annem ben bir yerleri sileyim dedi. Vileda olan kabın içindeki suyu da değiştirmemişler, o pis suyu dökmek kimsenin aklına gelmemiş kimbilir kaç gün önce belki de aylar önce kullanılmış su da leş gibi kokmuş.
Neyse ortalığı şöyle silip süpürünce ev biraz kendine geldi.
Aslında burası güzel bir evmiş ama çok bakımsız kalmış.
Ön kapıdan girince önce bakımsız bir bahçe karşılıyor bizi. Etraftaki evlerin hepsi ise gayet bakımlı. Hepsi de bol çiçekli. Bir bizimkisi böyle.
Kapıdan girince hemen yan tarafta zor sığdığımız minicik bir tuvalet var. Hemen karşısında bir merdiven üst kata çıkıyor. Üst katta bir yatak odası bir çocuk odası bir de çalışma odası ve banyo var. Tavan arası da var ama biz oraya hiç çıkmadık.
Aşağıda merdiven altında aşağı kata kadar inen bir kiler var. Bahçeye açılan kapıya kadar ise çamaşır makinası kurutma makinası air friyer ve fırın var. Yan tarafta ise mutfak ve salon. Bahçe minik ama şirin. İçinde bir oturma grubu ve ardiye için kullanılan küçük çatılı bir ev daha var. Arka bahçe de çok bakımsız bu arada.
Etrafta komşuların ise bahçeleri muhteşem.
Aslıda biraz el atılsa harika bir ev olur burası.
Zaten etraftaki evler muhteşem.
Çok sonradan ögrendim ki buranın hanımı epey olmuş evi terketmiş. Çocuğu da alıp memleketine gitmiş. Bizden önce de burada evin sahibinin bekar arkadaşları kalmış. Bunları öğrenince taşlar oturdu bende. Bekar erkekler hiç bir şekilde bak-a-mamış bu eve. Bence yemekten sonra bulaşıkları dahi yıkamadan kaldırmışlar raflara. Ev tipik üniversite öğrencilerinin bekar evine dönmüş.
Yemek yiyip bahçede bambu koltuklarda biraz dinlendikten sonra akşam Utrecht'te gittik.
Bilal bizimle gelmedi. Zaten arabaya sığmıyoruz. O bisikleti ile geldi.
Utrecht'te meydanda biraz dolandık. Kiliseleri gördük. Sokaklarda dolaştık.
Bu arada saat 22'ye yaklaşmıştı ama hâlâ güneş batmamıştı. Burada günler çok uzun oluyormuş.
Bugün Cumartesi akşamı olduğu için tüm halk buralara akmış. Hollanda 'da cuma ve cumartesileri kafeler barlar dolu olurmuş.
Gerçekten de bütün kafeler lokantalar dolu. Burada bizden farklı olarak kafelerde insanlar yola doğru oturuyorlar. Caddeden geçenleri izliyorlar. Garipsedim. Herkes çok mutlu görünüyor. Kimsede cep telefonu yok. Herkes sohbet ediyor. Gülümsüyor.
Bir diğer garipsediğim şey ise cep telefonu ile vakit geçirenlerin azlığı. Herkes sohbet edip içkilerini yudumlayıp gülüp eğleniyor.
Bir tarafta açık hava eğlence mekanları var. Açık havada ayakta hem dansedip hem de içkilerin içiyorlar.
Herkes eğleniyor.
Bisikletliler ise tabii ki her yerdeler.
Burada bir delikanlı bisikletlinin arkasına yan oturur vaziyette kız arkadaşını alıp gezdirdiğinde kızlara dutch prenses oldun deniyormuş. Kızları böyle gezdirmek adettenmiş.
Bugün bir sürü dutch prenses gördük.
Bu arada belirgin bir şekilde burada hava da soğuk. Bilal Eylem defalarca uyarmıştı. Kalın şeyler al, Sweet hırka mont al diye. Ama bizim Edremit'te ev bile 42-43 derece klima da çalışmıyor insan sauna gibi bir ortamda yaşarken bir kot hırka vs koyamıyor valize. Gerçekten de yanıma sıcak tutan hiç bir şey almamışım. Zaten Hollanda tatili boyunca hep üşüyecektim.
Bu arada gezerken Bilal de bisikleti ile geldi, bize katıldı. Osman bize dondurma ısmarladı. Annem bir yerlerde oturdu. Biz biraz daha gezdik. Her taraf insan insan.
Hollanda halkı çok iri yapılı. Hem kadınları hem erkekleri çok uzun ve yapılılar. Ama çok güzeller. Hele çocuklar nasıl güzeller... Allah'ım tüm dutch bebekleri sapsarı ve hepsinin de neredeyse beyaz diyeceğim saçları var.
Utrecht'te epey bir dolandıktan sonra evimize geçtik
Hollanda da 1. günümüz böyle geçti.















Hiç yorum yok:
Yorum Gönder