29 Aralık 2012 Cumartesi

NİETZSCHE ve BABAANNEM...


      
'' Hastalığımın ilk belirtisini bir hafta sonra fark ettim. Alelacele yemek yemiş, yemekte arkadaşlarla gırgır ve şamata yapmıştık. "Ne kadar iğrenç bir yemek!" sözüyle kendime gelmiştim. Ruhum sıkılmış ve daralmış, bu söz karşısında şaşkına dönmüş, yemeğe yapılan bu ağır ithamdan iğrenmiştim. Bu söz bir hastalığın belirtisiydi. Nimet tahkir ediliyordu. Kendime dönmüştüm. Kendi nefsim de kusurluydu. Lokmalar mideme inerken hiçbir tefekkürden geçmemişler, birer nimet olarak görülmemişler, Yaratıcı adına yenilmemişlerdi. Sanki hakkım olan bir şeyi yiyordum. Yemekler ve ben arasında bir kopukluk vardı. Kâinatla aramdaki bir kopukluğun işaretçisiydi bu. Sahiplendiğim bir bedeni sahiplendiğim yiyeceklerle dolduruyordum; o kadar. Yaptığım işin anlamı bu kadarcıktı. Bir an, böyle yemek yemenin ne kadar anlamsız olduğunu düşünmüştüm. Her gün dağılmaya, yok olmaya mahkum bir bedeni zoraki ayakta tutma çabalarıydı bunlar. Sonu yoktu. Sonu ölümdü.


          Her an binlerce nimete muhatap oluyorduk. Ama onları Rabbimizden bilmiyor, kendimize mal ediyor ve Rabbimizin mülkünü gasb ediyorduk. Dalından koparılıp gelmiş bir kış meyvesini kâinatın Yaratıcısının eseri, mülkü, sanatı, ikramı, nimeti, mahluku olarak görmemenin; meyveyi ‘ağacın doğal bir sonucu’ görmenin yukarıdaki düşünceden daha az saçma bir tarafı yoktu. Bilerek, görerek ve kasden yaratılmış bir meyveyi anlamsızlık karanlığına koymak, olsa olsa bir hezeyandı. Batıl bir düşünceydi. Yanlıştı ve yalandı. Olsa olsa bir vehimdi. Bir çarpıtmaydı.

Hastalığın adı artık konmuştu. Bu, kalbî bir rahatsızlıktı. Yaratıcı adına yaşanmadığında ortaya çıkıyordu. Kendini kendinin maliki sandığında belirti veriyordu. Kâinattaki varlıklar için kendi kendine oluyor veya tabiat yapıyor ve tesadüfen ortaya çıkıyor dendiğinde, hastalık başlamış demekti. Yaşam artık çekilmez bir hal alıyordu. Duygular artık tatmin olmuyor, ruh inciniyor, akıl endişeler içinde kıvranıyor, yemekler iğrenç oluyor, hayat ağır bir yük haline geliyor, her şey anlamsızlaşıyordu.



HERKESE TAVSİYE EDERİM...

22 Aralık 2012 Cumartesi

YUMURTA VE TENCERESİ

Bu akşam arkadaşlarım geldi. Oturduk, muhabbet ettik, yedik içtik, güldük, eğlendik. Az önce gittiler. Etrafı toplarken bugün geçen bir mevzu aklıma takıldı. Arkadaşımın kayın validesi ziyaretine gelmiş. Geçen sabah  kahvaltı hazırlarken arkadaşım yumurta haşlamak  için tencerelerinden birini kullanmış, kayın validesi ise bu konuda onu eleştirmiş. Çünkü yumurta kaynatmak için sadece yumurta kaynatmaya özel bir tencere kullanman gerekirmiş. Ömrümde ilk kez böyle bir şey duydum ve inanamadım. Yarın gerçekten de yumurta kaynatma tenceresi almayı düşünüyorum.

16 Aralık 2012 Pazar

ÇİPURA PİLAKİ

Bugün Mardin' de dolaşırken küçük şehirde yaşamanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim.  Sabah bel ağrısından uyuyamayacak hale gelinceye kadar yataktan çıkmadım (Çok uyuduğum için çok üzgünüm o ayrı bir konu). Sonra aheste bir kahvaltı ardından şehrin dışındaki evimden merkeze kadar yürüyüş. Çarşıdaki işlerin tamamlanması, alışveriş, eve dönüş ve saat hala 15:30. İstanbul' da yakalayamadığım bir yavaşlık, rahatlık. Mardin'i sevme nedenlerinden biri.

Bugün ne yesem diye düşünürken ''Kebap, lahmacun nereye kadar, yeter... Ben egeliyim" dedim  kendimi balıkçı dükkanına attım. Einstein 'önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan zor' demişti. Kim demiş doğulular balık yemez. Balıkçı dükkanındaki kalabalığı görünce ağzım açık kaldı.  Sadece 5 kişi tezgahta sıra sıra olmuş balık temizliyorlardı. İçeride balık kızartanlar, balıkların siparişini alanlar bunlar kaç kişi bilmiyorum. Bu kadar kalabalık balıkçı ömrümde ilk kez gördüm.
         
Bugün çupra pilaki yaptım. Çok sağlıklı  bir yemek. Kardeşimin eşi Eylemin bizim minik kuşa; Ege Boracığıma (yeğenim oluyor kendileri ) bu yemeği yaparken gördüm. Bir kere çok hafif, çok lezzetli, çok sağlıklı, bir de kokusu neredeyse hiç yok.

ÇİPURA PİLAKİ



MALZEMELER

1 adet deniz çipurası
1 adet soğan
1 adet domates
1 adet yeşil biber
çok az taze zencefil
1 adet defne yaprağı
5-6 adet tane karabiber
1 adet limon
1 çorba kaşığı tereyağı
maydanoz
tuz

YAPILIŞI

Öncelikle çelik tavaya 1-2 kaşık zeytinyağı döküyoruz. Sonra balığımızı yerleştiriyoruz. Balığımızın üstüne ve arasına 1 çorba  kaşığı kadar da tereyağı ekliyoruz. Ardından balığımızın üstüne ve arasına rendelenmiş 1 adet büyük domates, 1 adet ay ay doğranmış soğan, 1 adet çok ince kıyılmış yeşil biber, yarım limon ince dilimlenmiş, çok çok az taze zencefil, 1 adet defne yaprağı, 5-6 adet tane karabiber ve tuz ekliyoruz. Son olarak da maydanozumuzun saplarını ekliyoruz.

Bakın şöyle bir şey oluyor...


Sonra kapağını kapatıyoruz. kısık ateşte yaklaşık 20-25 dakika suyu çok azalıncaya kadar pişiriyoruz. Altını kapadıktan sonra bir 5 dakika dinlendirdikten sonra kalan maydanozların yapraklarını ekliyoruz.

 AFİYET OLSUN...


15 Aralık 2012 Cumartesi

KALEM GÜZELİ

Geçen hafta  www.kalemguzeli.org diye güzel bir siteyi inceledim . Aslında İstanbul'da iken Fatih' te  'Kalem Güzeli Sanat Evine'  gider o dükkanda biraz oyalanır, günün birinde bu dükkandan mutlaka bir eser alıp evime götüreceğimi ve ne kadar mutlu olacağımı hayal ederdim. Şimdi öğretmen maaşımla bu hayalleri ertelemek zorunda olduğumu biliyorum.  Bloğuma birkaç hat eseri yerleştirdim bu bile beni oldukça mutlu etti diyebilirim. Aslında bir kaç eser satın alabilir miyim diye düşünürken daha önce ( 14 sene evvel) aldığım, çok beğendiğim kartpostallarım aklıma geldi. Ben de bir çerçeveci buldum ve bunları tablo haline getirdim.Bir tane kartpostalım eğri yapıştırılmış, bir tanesinin arka fonu pek uymamış; alakasız duruyor, ama yine de hoşuma gitti. Hemen duvarımı astım şimdi bir yandan onlara bakıp yazıyorum bu yazıyı.



Bu tezhibi en çok hoşuma giden kartpostal.

14 Aralık 2012 Cuma

SEVDİĞİM RESİMLER




Leila Francis Dicksee
Perfect .....Bu resmin orjinalini gördüm... Mükemmeldi ve o sergiye gittiğim için çok şanslıyım...

10 Aralık 2012 Pazartesi

ZAHTER

           Geçenlerde Mardin'de dolaşırken bir baharatçı gördüm. Temiz, nezih bir yere benziyordu. İçeri girdim 'tarhun otu var mı? ' dedim. Şirin bir bayan ' tarhun otu mu,  bilmem ki...  Yok galiba ama siz yine de kavanozlara bir bakıverin' dedi. Çeşit çeşit kavanozlar, garip garip baharatlar, salçalar, kuru biberler patlıcanlar, kuru yemişler, lokumlar, çeşit çeşit kahveler, çeşit çeşit bitki yağları, daha önce hiç duymadığım, görmediğim bir sürü şey gördüm. Sonra pul biber almaya karar verdim. Bayan bana bir poşet uzattı 'bir zahmet kendin istediğin kadar koy' dedi... O kadar hoşuma gitti ki hiç aklımda yokken bir sürü şey aldım ve alacağım.

           veee  tüm bunları poşetlerken bir kenarda zahteri gördüm, o kadar sevindim ki. İstanbul'da öğrenciyken güneyli bir arkadaş zahteri bize tanıtmıştı. Geceleri acıktığımızda yere gazete serer, kettle da çay demler, kahvaltılık kutu peynir ve tereyağ eşliğinde zahtere ekmeği banıp banıp yerdik, gülerdik...  Bir de Bulgaristanlı bir arkadaşın ev yapımı salçaları vardı, her gece bir kavanoz ev yapımı özel karışım salçayı bitirirdik, mükemmeldi. Ne güzel günlerdi ...  İşte ben ilk o zaman keşfetmiştim zahteri.. İstanbul'da zahter dediğinizde bir kekik cinsi olarak satılıyor. Benim dediğim ise kahvaltılık zahter ki İstanbul'da mısır çarşısında dahi bulamamıştım. Şöyle ki


Ekmeği önce zeytin yağına sonra zahtere batırıp afiyetle yiyorsunuz.

          İçindekiler; leblebi tozu, buğday, karpuz çekirdeği (aldığım bilgilere göre bu bildiğimiz karpuz çekirdeği değil... Bu karpuzlar sırf çekirdeği için yetiştiriliyorlar ve oldukça zahmetli işlemlerden geçiyor buranın halkı kabak çekirdeği gibi karpuz çekirdeği çitliyor) kavun çekirdeği, yer fıstığı, menengiç, susam, kekik, anason, rezene, kimyon, kişniş, sumak, kaya tuzu, kırmızı toz biber...


          İlk birkaç seferde tadı gelmiyor, toprak yermiş gibi hissediyorsunuz. Aradan biraz zaman geçince dilinizdeki tat hücreleri çalışmaya başlıyor ve gitgide daha çok sevmeye başlıyorsunuz. Zahter 5 tl...

DOLMA TAŞI

Yağmurlu bir Mardin gününde hafta sonu etkinliği!! olarak  Teknosa, Bim, İsmar, Kiler ve Emirgan mağazalarını dolaşırken bizim memlekette hiç görmediğim bir şeye rastladım ki işte resmi;


          Güneyliler çok iyi bilir; Buna 'Dolma Taşı' denir. Bizim memlekette -ege sahilleri- tencerenin üstüne dolmalar açılmasın diye tabak yerleştirirler buralarda ise işte yukarıda resmi olan dolma taşı kullanılıyor. Oldukça ağır bir materyal, güveç malzemesinden yapılmış. Benim dolma taşım küçük tencereler için ve Mardin Emirgan Mağazalarında 4,5 tl ye satılıyor.

Madem aldım bari işe yarasın deyip lahana dolması yaptım böylece benim canım dolma taşım sayesinde midem bayram yaptı.

7 Aralık 2012 Cuma

ÖZLEDİĞİM KAR MANZARALARI

O kadar özledim ki ... Ağaçlar, hoş sokaklar, bakımlı evler, lapa lapa yağmış ve güzel şehri biraz daha güzel kılmış kar....