29 Aralık 2012 Cumartesi

NİETZSCHE ve BABAANNEM...


      
'' Hastalığımın ilk belirtisini bir hafta sonra fark ettim. Alelacele yemek yemiş, yemekte arkadaşlarla gırgır ve şamata yapmıştık. "Ne kadar iğrenç bir yemek!" sözüyle kendime gelmiştim. Ruhum sıkılmış ve daralmış, bu söz karşısında şaşkına dönmüş, yemeğe yapılan bu ağır ithamdan iğrenmiştim. Bu söz bir hastalığın belirtisiydi. Nimet tahkir ediliyordu. Kendime dönmüştüm. Kendi nefsim de kusurluydu. Lokmalar mideme inerken hiçbir tefekkürden geçmemişler, birer nimet olarak görülmemişler, Yaratıcı adına yenilmemişlerdi. Sanki hakkım olan bir şeyi yiyordum. Yemekler ve ben arasında bir kopukluk vardı. Kâinatla aramdaki bir kopukluğun işaretçisiydi bu. Sahiplendiğim bir bedeni sahiplendiğim yiyeceklerle dolduruyordum; o kadar. Yaptığım işin anlamı bu kadarcıktı. Bir an, böyle yemek yemenin ne kadar anlamsız olduğunu düşünmüştüm. Her gün dağılmaya, yok olmaya mahkum bir bedeni zoraki ayakta tutma çabalarıydı bunlar. Sonu yoktu. Sonu ölümdü.


          Her an binlerce nimete muhatap oluyorduk. Ama onları Rabbimizden bilmiyor, kendimize mal ediyor ve Rabbimizin mülkünü gasb ediyorduk. Dalından koparılıp gelmiş bir kış meyvesini kâinatın Yaratıcısının eseri, mülkü, sanatı, ikramı, nimeti, mahluku olarak görmemenin; meyveyi ‘ağacın doğal bir sonucu’ görmenin yukarıdaki düşünceden daha az saçma bir tarafı yoktu. Bilerek, görerek ve kasden yaratılmış bir meyveyi anlamsızlık karanlığına koymak, olsa olsa bir hezeyandı. Batıl bir düşünceydi. Yanlıştı ve yalandı. Olsa olsa bir vehimdi. Bir çarpıtmaydı.

Hastalığın adı artık konmuştu. Bu, kalbî bir rahatsızlıktı. Yaratıcı adına yaşanmadığında ortaya çıkıyordu. Kendini kendinin maliki sandığında belirti veriyordu. Kâinattaki varlıklar için kendi kendine oluyor veya tabiat yapıyor ve tesadüfen ortaya çıkıyor dendiğinde, hastalık başlamış demekti. Yaşam artık çekilmez bir hal alıyordu. Duygular artık tatmin olmuyor, ruh inciniyor, akıl endişeler içinde kıvranıyor, yemekler iğrenç oluyor, hayat ağır bir yük haline geliyor, her şey anlamsızlaşıyordu.



HERKESE TAVSİYE EDERİM...

22 Aralık 2012 Cumartesi

YUMURTA VE TENCERESİ

Bu akşam arkadaşlarım geldi. Oturduk, muhabbet ettik, yedik içtik, güldük, eğlendik. Az önce gittiler. Etrafı toplarken bugün geçen bir mevzu aklıma takıldı. Arkadaşımın kayın validesi ziyaretine gelmiş. Geçen sabah  kahvaltı hazırlarken arkadaşım yumurta haşlamak  için tencerelerinden birini kullanmış, kayın validesi ise bu konuda onu eleştirmiş. Çünkü yumurta kaynatmak için sadece yumurta kaynatmaya özel bir tencere kullanman gerekirmiş. Ömrümde ilk kez böyle bir şey duydum ve inanamadım. Yarın gerçekten de yumurta kaynatma tenceresi almayı düşünüyorum.

16 Aralık 2012 Pazar

ÇİPURA PİLAKİ

Bugün Mardin' de dolaşırken küçük şehirde yaşamanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim.  Sabah bel ağrısından uyuyamayacak hale gelinceye kadar yataktan çıkmadım (Çok uyuduğum için çok üzgünüm o ayrı bir konu). Sonra aheste bir kahvaltı ardından şehrin dışındaki evimden merkeze kadar yürüyüş. Çarşıdaki işlerin tamamlanması, alışveriş, eve dönüş ve saat hala 15:30. İstanbul' da yakalayamadığım bir yavaşlık, rahatlık. Mardin'i sevme nedenlerinden biri.

Bugün ne yesem diye düşünürken ''Kebap, lahmacun nereye kadar, yeter... Ben egeliyim" dedim  kendimi balıkçı dükkanına attım. Einstein 'önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan zor' demişti. Kim demiş doğulular balık yemez. Balıkçı dükkanındaki kalabalığı görünce ağzım açık kaldı.  Sadece 5 kişi tezgahta sıra sıra olmuş balık temizliyorlardı. İçeride balık kızartanlar, balıkların siparişini alanlar bunlar kaç kişi bilmiyorum. Bu kadar kalabalık balıkçı ömrümde ilk kez gördüm.
         
Bugün çupra pilaki yaptım. Çok sağlıklı  bir yemek. Kardeşimin eşi Eylemin bizim minik kuşa; Ege Boracığıma (yeğenim oluyor kendileri ) bu yemeği yaparken gördüm. Bir kere çok hafif, çok lezzetli, çok sağlıklı, bir de kokusu neredeyse hiç yok.

ÇİPURA PİLAKİ



MALZEMELER

1 adet deniz çipurası
1 adet soğan
1 adet domates
1 adet yeşil biber
çok az taze zencefil
1 adet defne yaprağı
5-6 adet tane karabiber
1 adet limon
1 çorba kaşığı tereyağı
maydanoz
tuz

YAPILIŞI

Öncelikle çelik tavaya 1-2 kaşık zeytinyağı döküyoruz. Sonra balığımızı yerleştiriyoruz. Balığımızın üstüne ve arasına 1 çorba  kaşığı kadar da tereyağı ekliyoruz. Ardından balığımızın üstüne ve arasına rendelenmiş 1 adet büyük domates, 1 adet ay ay doğranmış soğan, 1 adet çok ince kıyılmış yeşil biber, yarım limon ince dilimlenmiş, çok çok az taze zencefil, 1 adet defne yaprağı, 5-6 adet tane karabiber ve tuz ekliyoruz. Son olarak da maydanozumuzun saplarını ekliyoruz.

Bakın şöyle bir şey oluyor...


Sonra kapağını kapatıyoruz. kısık ateşte yaklaşık 20-25 dakika suyu çok azalıncaya kadar pişiriyoruz. Altını kapadıktan sonra bir 5 dakika dinlendirdikten sonra kalan maydanozların yapraklarını ekliyoruz.

 AFİYET OLSUN...


15 Aralık 2012 Cumartesi

KALEM GÜZELİ

Geçen hafta  www.kalemguzeli.org diye güzel bir siteyi inceledim . Aslında İstanbul'da iken Fatih' te  'Kalem Güzeli Sanat Evine'  gider o dükkanda biraz oyalanır, günün birinde bu dükkandan mutlaka bir eser alıp evime götüreceğimi ve ne kadar mutlu olacağımı hayal ederdim. Şimdi öğretmen maaşımla bu hayalleri ertelemek zorunda olduğumu biliyorum.  Bloğuma birkaç hat eseri yerleştirdim bu bile beni oldukça mutlu etti diyebilirim. Aslında bir kaç eser satın alabilir miyim diye düşünürken daha önce ( 14 sene evvel) aldığım, çok beğendiğim kartpostallarım aklıma geldi. Ben de bir çerçeveci buldum ve bunları tablo haline getirdim.Bir tane kartpostalım eğri yapıştırılmış, bir tanesinin arka fonu pek uymamış; alakasız duruyor, ama yine de hoşuma gitti. Hemen duvarımı astım şimdi bir yandan onlara bakıp yazıyorum bu yazıyı.



Bu tezhibi en çok hoşuma giden kartpostal.

14 Aralık 2012 Cuma

SEVDİĞİM RESİMLER




Leila Francis Dicksee
Perfect .....Bu resmin orjinalini gördüm... Mükemmeldi ve o sergiye gittiğim için çok şanslıyım...

10 Aralık 2012 Pazartesi

ZAHTER

           Geçenlerde Mardin'de dolaşırken bir baharatçı gördüm. Temiz, nezih bir yere benziyordu. İçeri girdim 'tarhun otu var mı? ' dedim. Şirin bir bayan ' tarhun otu mu,  bilmem ki...  Yok galiba ama siz yine de kavanozlara bir bakıverin' dedi. Çeşit çeşit kavanozlar, garip garip baharatlar, salçalar, kuru biberler patlıcanlar, kuru yemişler, lokumlar, çeşit çeşit kahveler, çeşit çeşit bitki yağları, daha önce hiç duymadığım, görmediğim bir sürü şey gördüm. Sonra pul biber almaya karar verdim. Bayan bana bir poşet uzattı 'bir zahmet kendin istediğin kadar koy' dedi... O kadar hoşuma gitti ki hiç aklımda yokken bir sürü şey aldım ve alacağım.

           veee  tüm bunları poşetlerken bir kenarda zahteri gördüm, o kadar sevindim ki. İstanbul'da öğrenciyken güneyli bir arkadaş zahteri bize tanıtmıştı. Geceleri acıktığımızda yere gazete serer, kettle da çay demler, kahvaltılık kutu peynir ve tereyağ eşliğinde zahtere ekmeği banıp banıp yerdik, gülerdik...  Bir de Bulgaristanlı bir arkadaşın ev yapımı salçaları vardı, her gece bir kavanoz ev yapımı özel karışım salçayı bitirirdik, mükemmeldi. Ne güzel günlerdi ...  İşte ben ilk o zaman keşfetmiştim zahteri.. İstanbul'da zahter dediğinizde bir kekik cinsi olarak satılıyor. Benim dediğim ise kahvaltılık zahter ki İstanbul'da mısır çarşısında dahi bulamamıştım. Şöyle ki


Ekmeği önce zeytin yağına sonra zahtere batırıp afiyetle yiyorsunuz.

          İçindekiler; leblebi tozu, buğday, karpuz çekirdeği (aldığım bilgilere göre bu bildiğimiz karpuz çekirdeği değil... Bu karpuzlar sırf çekirdeği için yetiştiriliyorlar ve oldukça zahmetli işlemlerden geçiyor buranın halkı kabak çekirdeği gibi karpuz çekirdeği çitliyor) kavun çekirdeği, yer fıstığı, menengiç, susam, kekik, anason, rezene, kimyon, kişniş, sumak, kaya tuzu, kırmızı toz biber...


          İlk birkaç seferde tadı gelmiyor, toprak yermiş gibi hissediyorsunuz. Aradan biraz zaman geçince dilinizdeki tat hücreleri çalışmaya başlıyor ve gitgide daha çok sevmeye başlıyorsunuz. Zahter 5 tl...

DOLMA TAŞI

Yağmurlu bir Mardin gününde hafta sonu etkinliği!! olarak  Teknosa, Bim, İsmar, Kiler ve Emirgan mağazalarını dolaşırken bizim memlekette hiç görmediğim bir şeye rastladım ki işte resmi;


          Güneyliler çok iyi bilir; Buna 'Dolma Taşı' denir. Bizim memlekette -ege sahilleri- tencerenin üstüne dolmalar açılmasın diye tabak yerleştirirler buralarda ise işte yukarıda resmi olan dolma taşı kullanılıyor. Oldukça ağır bir materyal, güveç malzemesinden yapılmış. Benim dolma taşım küçük tencereler için ve Mardin Emirgan Mağazalarında 4,5 tl ye satılıyor.

Madem aldım bari işe yarasın deyip lahana dolması yaptım böylece benim canım dolma taşım sayesinde midem bayram yaptı.

7 Aralık 2012 Cuma

ÖZLEDİĞİM KAR MANZARALARI

O kadar özledim ki ... Ağaçlar, hoş sokaklar, bakımlı evler, lapa lapa yağmış ve güzel şehri biraz daha güzel kılmış kar....





30 Kasım 2012 Cuma

TAARE ZAMEEN PAR


Çok beğendim.  
Tüm eğitimcilerin ve anne ve babaların izlemesi gereken filmler listesinde olmalı.
Saçma sapan yerleri var mıydı,  evet.
Abartılı mıydı, evet.
Gereksiz yere eğitim sistemi kötülenmiş mi, evet.
Öğretmenler kötülenmiş mi, evet.
Orjinal bir konu mu, hayır .
Olsun .
Yine de izlenmeli...


Bu şirin çocuk- filmde ismi ishaan - mükemmel bir oyunculuk çıkarmış.
 Aamir Khan ise 3 İdiot'taki gibi... ( ki o filmi de çok beğenmiştim)




Bu resme bayıldım...


Tabii buna da...


Evet...  Her çocuk özeldir... 


Lütfen....Yarış atı değil çocuk yetiştirdiğimizi unutmayalım...

Film müziklerini de unutmayalım. Gayet başarılıydı. Aşağıdaki kısmı izlerken ağlamaktan gözlerim kapandı.


boş kaldı gözlerim
gözyaşlarım bile terk etti beni
sessizlik doldurdu kalbimi
hissetmiyorum artık ne acı ne his
sanki boşluktayım
sen her şeyi hissederdin
değil mi anne.

Slumdog Millioner, 3 İdiots, Black derken bu filmle bollywood sineması kültürü de edindik Allah'a şükür...


BİR BUKET ÇİÇEK

     Zor bir okul günün akşamında, bir öğrencinin getirdiği bir buket çiçekten daha iyi ne hissettirebilir? 


   Bir demet çiçek evin havasını nasıl da değiştiriverir....





                         

10 Kasım 2012 Cumartesi

ABBARALAR

Erdoba Konağı, Reyhani Kasrı gezimizden sonra yine ilk fırsatta eski Mardindeyiz... Mardin'i hissetme turlarımızdan birini daha yaptık. Bu sefer önce eski sokaklara daldık.Yine akşam üzeri olduğundan fotoğraflarım iyi çıkmadı. Fotoğraf makinemde bir sorun var bu aralar güzel fotoğraf çekemiyorum. Artık güzel bir havada yeniden çekip kendi orijinal fotoğraflarımı koyacağım ama şimdilik eskiden çektiklerim ve  internetten seçtiklerimle idare edicez.

 Evet önce Mardin sokaklarına daldık. Asla yalnız gezmeye cesaret edemeyeceğim sokaklar. Mardin sokaklarında insan sanki 500 yıl önceye dönüyor..Sanki Alaaddinin lambası ya da uçan halı gibi çocukluğumun masallarının geçtiği bir çöl  ülkesi ...

           

 Otomobiller giremediği için eşeklerle çöplerin toplandığı daracık sokaklar...



                                 

                                 O kadar otantik sokaklar ki görmeden gezmeden anlaşılmaz.  


                              Abbara adı verilen üstü ev altı yol olan şehir içi tünellerden geçtik.

   



   
            Bir ara açık unutulmuş bir kapıdan içeriyi dikizledik. Akşam iyice  bastırdığında kaybolduk. Türkçe bilmeyen bir teyzeden nasıl olduğunu bilmiyorum ama yol tarifi aldık. Ve  gündüzleyin bile girmeye tırsacağım sokaklardan geçtik.



 Top oynayan çocuklar fotoğraf çeken biri görünce hemen poz veriyorlar...ee ne de olsa  Avusturalya' dan bile insanlar gezmeye Mardin'e geliyorlar.



9 Kasım 2012 Cuma

REYHANİ KASRI

    Arkadaşımla her fırsatta eski Mardin'e çıkıyoruz, yeni yerler keşfetmeye çalışıyoruz.

    Erdoba Konağı'ndan sonra Reyhani Kasrı'na geçtik. Erdoba Konağında önceden bir aile yaşarmış. Zaten içeri girdiğiniz anda o sıcaklığı, yaşanmışlığı her yerde hissediyorsunuz. Oysaki Reyhani Kasrı sonradan otel amacıyla yapılmış ve bu da içeri girer girmez hissedilen bir şey. Buranın  terasından da manzara mükemmel. Biz akşam üzeri gittik. Geceleyin Mezopotamya ovasına baktığınızda gerçekten çok etkileniyorsunuz çünkü uçsuz bucaksız göz alabildiğince uzanan tarlaların içinde meğerse ne kadar çok köy varmış şaşırıp kalıyorsunuz.



    Reyhani Kasrından manzara mükemmel.....  Bu manzara eşliğinde kahve içmenin bedeli 4 TL


ERDOBA KONAĞI

    Geçen gün arkadaşımla Mardin' i sevme turuna çıktık.

    Önce Erdoba Konağı'na gittik.


   Erdoba  Mardin'in eski  isimlerinden biriymiş.


    Erdoba Konağı'ndan Mezopotamya manzarası müthiş.

                         
   Bir zamanlar burada bir aile yaşıyormuş !... Mükemmel bir ev...




                                                           Büyülenmemek elde değil....




                                                          Mükemmel bir taş işçiliği...


      Maalesef akşam üzeri gitmiştik . Çay içerken hava karardığından güzel fotoğraf çekemedim.İlk iki fotoğrafı ben çektim gerisi google görsellerden.  İnternetten bu kadar bulabildim .. Şunu söyleyeyim ki Erdoba Konağı fotoğraflardan çok daha güzel.

     İkramlara gelince... Arkadaşım kiremitte et ve ayran istedi; güzelmiş. Yemeğini gayet lezzetli buldu. Ben aç olmadığımdan sultan tatlısı istedim. İnternette resmi yok . Ömrümde hiç böyle bir şey yememiştim. Baklava yufkalarının içinde muz var. Ama şuruplu ve sıcak gelen bir tatlı.. Bıçakla keserken çıtırt diye sesler geliyor. Baklavanın üstünü yemeği sevenler için güzel bir tatlı olabilir ama benim gibi baklavanın altını yemeği sevenler için pek güzel olduğunu söyleyemem ayrıca sıcak muz hiç bana göre değil. Beğenmedim. Erdobada Sultan Tatlısı 10 TL





15 Ekim 2012 Pazartesi

NAR AĞACI

Bugün çok mutluyum çünkü bugün  hem internetime kavuştum hem de  bilgisayarıma format attırdım. Ayrıca bugün pazar... Sabah taze ekmek, taze çay ve  gazetemle güzel bir kahvaltı. Ders notlarım hazır. Yarın giyeceğim kıyafetlerim hazır. Evimi temizledim. Çamaşırlarımı yıkadım, ütüledim. Alışverişimi yaptım. Sonra Mardin sokaklarını turladım. Hem hava da nihayet biraz ferahlamış- gezerken pişmedim - Ev sahibimle görüştüm sorunlarımın bir kısmını hiç sinirlenmeden anlatabildim. Ayrıca  akşam eve gelirken bir dilim pasta  aldım. Güzel bir çay demledim. Bugün İstanbul'da boğazda kahvaltı yapamadım ya da Sarıyer sahillerinde turlayamadım. Yavuz Selimden Haliç'e bakamadım ya da ne bileyim Taksimde kalabalıklara karışamadım, Eminönü'nde balık ekmek yiyemedim, Kuzguncukta banklara oturup gelen geçen gemileri seyredemedim. Mardin'de yapabileceklerimin en iyisini yapmaya çalıştım.

Ve şimdi günün en güzel kısmı başlıyor;  en sevdiğim yazar Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacını okuyacağım ...






           İlk izlenim;
           Kırmızı nar ağacı yazısının kabartmalı olması, ele gelmesi hoşuma gitti.(tabii resimden anlaşılmıyor dokunmanız gerek)  Kitabın altındaki işleme fotoğrafı  gayet güzel ve ilgi çekici... Bunun haricinde kapak resmi ve fotoğraf bana itici geldi . Ayrıca ilk yüz bin yazısı ya da başka kitaplarda olan kapakta bilmem kaçıncı baskı  bana çok itici geliyor...  Kitabın fiyatı 22,5 TL ama ben öğretmen indirimiyle 18,5 tl ye aldım.




14 Ekim 2012 Pazar

SONUNDA YİNE İNTERNETTEYİM.

Nihayet internetime kavuştum... Dile kolay Mardine geldiğimden beri yani şubat ayından beri bağlanma sorunu yaşıyordum. Artık sonunda yeniden web' deyim . Hoşgeldim...

17 Ağustos 2012 Cuma

ESARETİN BEDELİ

 Bu sene ramazan çok zor geçti . Hava çok sıcaktı -evin içi bile 38 dereceyi gösteriyordu-  Günler çok uzundu. Aç susuz bu sıcaklarda herhangi bir aktivite yapmak da çok zordu. Zaman geçmek bilmedi. Uyku düzenim tamamen bozuldu.  Sabah 6 da yatıp 10 da kalkıyorum. Gündüz sıcaktan uyuyamıyorum . Bir de tatilde olduğumdan, iş-güç de yok tabii, daha da zor geçti günler. Etrafımda herkes ramazan ne çabuk geçti özleyeceğiz diyor ama ben yeter artık bayram gelsin diyorum -içimden tabii-  Susuzluğa ve uykusuzluğa bağlı baş ağrımdan kurtulmak istiyorum artık.

        Gündüz vakit geçsin diye bol bol belgesel ve  film izledim.

ESARETİN BEDELİ

İlk olarak gelmiş geçmiş en iyi film kabul edilen 'Esaretin Bedeli 'ni izledim. Bana göre gelmiş geçmiş en iyi film değil ama gerçekten kaliteli  bir film. Senaryo oyunculuk, konu çok iyi. Filmden pek çok ders çıkartılabilir. öğrencilerime gönül rahatlığı ile izletebilirim bu filmi. Bir de bu filmi izleyene kadar idama karşı değildim. Suçu ispatlanmış çocuk tecavüzcülerini, katilleri bir de vergilerimizle niye besleyelim ki diyordum. Artık kafam daha karışık .

Esaretin Bedeli deyince unutulmaz film müziği mozart le nozze di figaro yu da eklemeden geçemeyeceğim.


 REVOLUTİONARY LOAD


Sonrasında Revolutionary Road filmini izledim.  İsmine bakıp yanlış anlaşılmasın ihtilal, devrim, savaş, gösteri falan yok .  Filmdeki çiftin yaşadığı sokağın adı Revolutionary Road.  Gayet sıradan bir konu, gayet günlük olaylar.  Ama  o denli güzel bir oyunculukla işlenmiş ki filmden çok etkilendim diyebilirim. Leonardo di Caprio ve Kate Winslet  yıllar önce titanikte tanışmışlar evlenmişler çocukları olmuş   filmde 10 yıl sonra bu aşkın geldiği noktayı gösteriyor  gibiydi.


 PRENSESİN UYKUSU -ÇAĞAN IRMAK-

     Çağan Irmak filmlerini seviyorum.  Sıradan bir konu, sıradan bir olay. Karakterlerin derinlikleri yok ama yine de çok sevdim bu filmi. Çok duygulandım. Çağan Irmak'ın daha güzel filmlerini izledim ama bu da bir zaman kaybı değildi.   Filmin en güzel yanı da aşağıdaki şarkıyı ilk kez dinlememdi.

 REDD PRENSESİN UYKUSU

Bunların haricinde Thor, Altın Pusula , Cube, Alice Harikalar Diyarında  izledim. Thor'u eğer sinemada para verip izleseydim çok üzülürdüm. Altın pusula nasıl bir filmdi hatırlayamıyorum bile öyle vasat, sıradan. Cube bir sürü cevapsız soru, bir sürü saçmalık ama zaman kaybı demem en azından filmdeki mekan ve filmdeki karakterler hakkında düşündürdü. Yine de tavsiye etmem kimseye.  Alice Harikalar Diyarında ise etkilemedi bir şey kazandığımı düşünmüyorum.





14 Ağustos 2012 Salı

KONAK

   
         Babaannem konak için bizi köye davet etti. Pek çok yörük köyünde hala devam eden gelenekte her gün bir ev köyün imamı, misafirler, köyün kimsesizleri ve yaşlıları  için her gün camiye bir  tepsi (ya da ne kadar gerekiyorsa) yemek yollar. Buna konak denir. Bizim köyde bu geleneğe ilaveten  ramazanda  tüm köye yemek veriliyor buna da konak deniyor. Bizim köy yaklaşık 45 haneli küçük bir köydür. Son 10 yılda bir kaç aile emekli olduktan sonra köye yerleşmiş. Bu gençlerin! dışında köyün sakinleri yaşlı kadınlardan oluşuyor. Ne var ki şehre çok yakın olduğundan bayramlarda, işte böyle konaklarda köyün nüfusu bir anda artar.

      İşte bizde atladık dayımlarla birlikte babaannemin iftarına gittik.  Biz gittiğimizde kazan kazan yemekler pişmişti. Artık sofralar kuruluyordu. O gün çok sıcak olduğu için tüm sofralar bahçeye hazırlandı. Bayanlar konak sahibinin evinde, erkekler ise camide iftarını açtı.

     Köyün güzel kızları konak sahibine yardım eder ve sofraları hazırlamaya yardım ederler...





     Köyün yakışıklı delikanları tepsi tepsi yemekleri camiye götürürler...


       Evde bayanlar  için 7, camide erkekler için 9 sofra hazırlandı.


     Aylar öncesinden bugün için hazırlıklar başlar, turşular kurulur, börülceler ayıklanır, derin donduruculara sebzeler atılır. Hiç kimse uyduruk yemek yapmaz. Ayrıca emekli bir kadına göre düşünürsek yemeğe oldukça yüksek bir bütçe ayrılır. Yüklü alışveriş yapılır, konak günü geldiğinde tam bir imece usulu ile sabahtan yemekler yapılır. Hepsi odun ateşinde piştiğinden gerçekten çok lezzetli olurlar. Tüm köy ahalisi  suyunu ve biberini (bir değişik adet daha) alıp  cümbür cemaat çoluk çocuk kimse evde kalmadan konak evine gelir, iftarlar açılır, dualar edilir.

Babaannem iftar için
* tavuklu şehriye çorbası
* köfte-patates
* pilav
* yoğurtlu patlıcan-biber kızartması
* salata
* ayran
* hoşmerim tatlısı
yapmıştı (daha doğrusu yaptırmıştı) hepsi de birbirinden lezzetliydi, ortam çok güzeldi.Yurdumun insanı ne güzel şeyler düşünüyor.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

BENİM ADIM KIRMIZI

 Hem çok sıcak hem çok uzun ramazan günlerinde bol bol film- belgesel izleyip, gazete- kitap okuyorum. 'Manzaradan Parçalar ' dan sonra dün 'Benim Adım Kırmızı' yı aldım. Aslında üniversitedeyken 12-13 yıl önce ilk çıktığında okumuştum. Şimdi ise hem kütüphanemde olmasını istediğimden hem de zaten sıkıcı geçen bu uzun günlerde hiç bilmediğim bir kitaba başlamak yerine - daha çok canımın sıkılma ihtimalini düşünerek - hoşuma giden emin olduğum  bir kitap okuyayım dedim.


Yine yeniden çok hoşuma gitti. Gayet başarılı bir Orhan Pamuk Kitabı.

31 Temmuz 2012 Salı

MANZARADAN PARÇALAR


        Bu bunaltıcı havalarda yapılabilecek en güzel şey eve kapanıp  kitap okumak, belgesel izlemek, müzik dinlemek ve iftarı beklemek. Yukarıdaki kitabı okuyorum bugünlerde. İlk kez Orhan Pamuk'la stajer öğretmenken tanıştım. Bir öğrencim getirmişti okumam için. Kara Kitap o zamanki baskısında kapağı kapkara bir kitaptı. Açtım 2 sayfa okudum, sıkıldım. Ama öğrencime de geri okumadan iade etmeye  gönlüm razı olmadı. Ben de her gece ödev olarak 2 sayfa  okuyup öyle yatıyordum. Kitap hiç bitmeyecek gibi görünüyordu. Böyle 1-2 hafta geçti.  Zamanla kitabın içine girdiğimi, olayları anlamaya başladığımı, kitapta  kendimden çok şey olduğunu fark etmeye başladım. okudukça daha da girdim romanın içine. Bir müddet sonra kitabın geri kalan yaprakları azaldığını farkettim ve  üzülmeye başladım. Bu kitap hiç bitmesin ben her akşam yatmadan önce 20 30 safya okuyayım ve bu iş ömrümün sonuna kadar sürsün istiyordum.  Sonra nihayet kara kitap bitti. Kapağını kapattım rafa koydum - o anı hiç unutmuyorum - kitaba bakıyordum bir an korktum çünkü kitap bana fısıldıyordu. Gerçekten...  Fısıldadığını duydum, irkildim ... Allahım ne oluyor dedim. Günlerce fısıltılar kafamın içinde dönüp durdular.. Kitabı öğrencime iade ettim; bu arada henüz Lise 2 . sınıf öğrencisiydi. ( ne kaliteli öğrenciler tanımışım yahu) Sonra ben kara kitap da dahil diğer Orhan Pamuk kitaplarınının neredeyse hepsini  okudum. Hepsini sevdim diyemem. Kara Kitap çok özel benim için .. İstanbul'u da  -İstanbul sevgimden belki- yine çok beğendim  derken  Kar, Benim Adım Kırmızı , Masumiyet Müzesini de beğenerek okudum . Yeni Hayat'ı anlamadım. Cevdet Bey ve Oğullarını başladım bitiremedim , Saf ve Düşünceli Romancı ilk kısımları tamam da sonradan yazar olmak isteyenler için daha uygun gibi, (bunu da bitiremedim yani)  Ha burada Orhan Pamuk okuduğum için çok eleştirildim. Bazı arkadaşlarım Orhan Pamuk'un çok abartıldığını aslında o kadar da iyi edebiyatçı olmadığını söylediler (Ama bunu söyleyenler onun hiçbir kitabını okumamıştı) Benim çok sevmem de sinirlerine dokunuyordu herhalde... Nobel ödülünü aldığında da direk gözler üstüme çevrildi,  hedef oldum, eleştirildim..

 Son olarak Manzaradan Parçalar kitabını okudum ve bu kitabı da cok sevdim bu kitapta da kendimden çok şey buldum.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

ENGİNARIN BİLE BİR KALBİ VAR

Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain



     Bakımlı fransız sokakları, kırmızı - yeşil renklerinin uyumu, çocuk amelienin kulağındaki kirazlar, parmaklarındaki çilekler, filmde geçen mutfaklar, Amelie'nin kazakları, ayakkabıları, Amelie'nin şirin evinin penceresi ve penceresinin önündeki çiçekler, Amelie'nin dürbünü,  Amelie'nin el yazısı, Amelie'nin kedisi, Amelie' nin hayalgücü, bisiklet yarışlarında koşan at, sinema izlerken göze takılan sinek ve daha pek çok ayrıntı...  Filmden sonra krem brule kabuğu çatlatmak, mis kokulu bir kahve içmek, sıcak bir çayla tarçınlı bisküviyi yemek, fransız sokaklarında turlamak, bir kanalda taş sektirmek, mercimek çuvalına elinizi daldırmak gibi hisler içinde buluyorsunuz kendinizi. Mutluluk, hayatta küçük ayrıntıları görme isteği beliriveriyor içinizde. Film müziklerini de unutmayalım; bir harika ... Nasıl oldu kaçırdım, izlemekte bu kadar geç kaldım deyip hayıflanıyorum şimdi.

Unutulmaz replikler..

-ben kimsenin gelinciği değilim.

-siz bir sebze bile olamazsınız bayım, çünkü bir enginarın bile kalbi vardır.

-sensiz şimdiki duygularım ancak geçmişin kuru bir kabuğu olabilir.


12 Temmuz 2012 Perşembe

İKİ DARBE ARASINDA





       Tatilde kardeşim bu kitabı getirmiş. Uzun zamandır methini duymuş ama okumaktan imtina  etmiştim.  Okuyabileceğimi hiç zannetmiyordum. Çünkü darbe, siyaset , ergenekon...   Bu terimler bana son derece itici geliyordu.  Bir gün şöyle bir karıştırayım dedim ve öyle kaptırdım ki  kendimi, kitabı bir solukta okudum bitirdim.
      Kitabın kapağını kapattığım gün akşam saatlerce uyuyamadım.Bağnazlık ve yobazlık yüzünden ülkemizde saçma sapan neler dönmüş, ne kadar çok hayata kıyılmış, insanlar neler çekmiş . Bu kitaptan pek çok ders çıkardım.  Bugün rüyamda da İskender Pala'yı gördüm ve bu yazıyı yazıyorum. Kendisine çok teşekkür ederim.

22 Haziran 2012 Cuma

MARDİN TELKARİSİ

          Buraya geleli neredeyse 4 ay oldu. Okullar  kapandı.  Memlekete dönüş vakti yaklaştı. Hediye olarak  memlekete ne götürsem diye düşünürken Mardin'e özgü telkariler aklıma geldi. Aslında ilk zamanlar hiç beğenmiyordum, kim alıyor ki bunları diyordum . Oysa dün eski Mardin'de dolaşırken beyaz bir dantele benzeyen Mardin telkarilerinin ne kadar narin, ne kadar  ince işçilikli ve ne kadar güzel olduğunu keşfettim. Önce kardeşimin eşine sevgili gelinimize zarif bir  telkari broş aldım.Şöyle bir şey...


TELKARİ BROŞ MARDİN 20 TL

         Öyle hoşuma gitti ki sonra kendime ve küçük kardeşimin müstakbel eşine de benzer broşlardan aldım.

TELKARİ BROŞLAR MARDİN  20 TL - 20 TL - 30TL

             vee ardından bir de kendime telkari yüzük aldım.

TELKARİ YÜZÜK MARDİN 20 TL
            Kardeşime Mardin'e özgü fincan takımlarından aldım. Aldıktan sonra o kadar çok beğendim ki  kendime de aldım. Sonra da benim minik olan diğer  kardeşimin başı kel mi dedim  bir de ona  çeyiz olarak hatıra Mardin fincanlarından aldım.

Fincan Takımı Mardin 35 TL

            Tabii daha alınacak şeyler var; Mardin badem şekeri, iç badem, menengiç kahvesi ... aklıma gelenler.. umarım hediyelerimi beğenirler .

14 Haziran 2012 Perşembe

MİDYAT GEZİSİ

MİDYAT KONUKEVİ
               
        Mardin'e gelmişken Midyat'a gitmemek olmaz elbette. Geçen cumartesi Midyat'a gittik arkadaşlarla.  Mardin'den Midyat dolmuşla bir saat sürüyor. Midyat'ın yolları bizi çok şaşırttı. Biz çöl benzeri yerler beklerken yemyeşil köyler gördük. Her yer badem ağaçları ile bağlarla doluydu. Hatta Yeşilli diye bir belde var ismi gibi öyle yeşil ki , burası Mardin deseler inanamazdım.

        Midyat' ta gezilecek fazla  bir yer yok. İlk olarak fotoğraflarını paylaştığım Midyat Konuk Evi'ne gittik. Bu mekanda Sıla diye bir dizi çekilmiş zamanında. Kim bilir birileri yaşarken ne canlı, ne hayat dolu, ne güzel bir konaktı burası. Binadaki taş işçiliği mükemmel. Hele aşağıda gördüğünüz balkona bayıldım. Buradan Midyat'ı seyrederken kendimi Asmalı Konak'taki Sümbül Hanım gibi hissettim. En üst katta terastan manzara süper. Tek sorun korkunç sıcak ve güneş. Midyat'a gelmeyi düşünen varsa bulutlu bir havayı tercih etmeliler ya da en azından hava durumuna bakıp öyle gelsinler ya da en iyisi baharda gelmek.



          İnsan ağzından çıkan her cümleye dikkat etmeli. İstanbul' da yaşarken meb, mardin aklıma dahi gelmezken takip ettiğim bir site vardı... Midyat Söğütlü Kuyumculuk  sitesindeki  takıları incelerdim .Bir gün anneme ' bak anne ben Midyat'a gidicem kendim oradan , bu dükkandan takı alıcam ' demiştim.  Sonra unuttum gitti.. Midyat' ta takı dükkanlarını dolaşırken birden benim dükkan hangisiydi diye aklıma geldi ama ismini bir türlü hatırlayamadım. Sonra bir takıcıya girdim benim takılar aynen orada durmuyor mu dükkanın ismini de görünce bi anda hatırladım.  Evet daha bir yıl bile geçmemişti ve ben Midyat'ta idim ve o çok sevdiğim dükkandan takı alışverişi yaptım. Bu da gezimin en duygulu anı oldu.

Zümrüt takımım Midyattan 100 TL

           Midyat'ta ara sokakları gezdik. Kiliselere gittik ama kapalıydı . Eski taş evleri gördük.

           Sonra acıktık ve Midyatın meşhur Gelüşke Han denilen mekanında  yemek yedik.

 Gelüşke Han Midyat

        Gelüşke han otantik bir restoran...  Böyle  bir ortamda midyata özgü yemekler yemek istiyorduk  Ama bir daha Midyat'a gidersem oraya yeniden gitmem  Çünkü Gelüşke Han'a gittik, oturduk, servis çok korkunç yavaştı. Masamızıdaki tabakların kaldırılması , masanın silinmesi için belki 15 -20 dakika bekledik .Hadi neyse olabilir, kalabalık dedik. Ben midyat tava istedim ( 15 TL) gelen yemeğin içinde  abartmıyorum 3-4 parça et vardı. Belki de öyle oluyordur bilemiyorum ama  aç olsam dişimin kavuğuna bile sığmaz yanında hiçbir garnitür yoktu. hadi ona da bişey demeyelim. Yemeğin sonunda verilen ( her yerde ikram olur  bu çaylar ...ilk kez gelüşke handa gördüm böyle bir şey )  çayların dahi parasını aldılar . Hem de herkeze  1-2 tl fazladan  hesap çıkarttılar  bir de buna ilaveten  paramızın üstünü de ödemediler . Yanlış anlaşılmasın sorun yemek parası değil sorun müşteriyi yolunacak kaz gibi görmeleri ve bunu da çok aşırı  belli etmeleri.
    Yine de güzeldi......

        Yürüyerek gidilebilecek yerler bu kadardı... Güzel bir hafta sonu oldu benim için...

29 Mayıs 2012 Salı

MARDİN'DE ÇÖL RÜZGARLARI

Bugün okuldan gelince şöyle bir uzandım, gözlerimi kapadım, tam uykuya dalarken yataktan fırladım. Hava patlamıştı. Evet gerçekten burada hava patlıyor. Bir anda korkunç sesli rüzgarlar çıkıyor, bütün toz toprak, inşaat kağıtları, çöpler havalarda uçuşuyor. Mesela bir keresinde okuldan çıktığımda yine hava patlamıştı; yüzüme bacaklarıma pet şişeler kurşun hızıyla çarpıyordu, yüzüm zarar görmesin diye geri geri giderek eve vardım. Evi uzak olan hocalar hava yumuşayıncaya kadar okulda beklemeyi tercih ettiler. İşte dediğim gibi bu akşam da  patlamıştı. Hemen balkondaki minik kaktüslerimi ve burada ilk yaprakları çıkan küçük mum çiçeğimi içeri aldım. Çöl rüzgarları gelmişti. Hava sapsarıydı. Akşam yürüyüşü için dışarı çıktığımda ağzıma çıt çıt kum taneleri geliyordu. Öyle bir değişik hava işte. Bu çöl rüzgarları bereketli Mezopotamya için çok faydalıymış, bitkilerin ihtiyacı olan mineralleri içeriyormuş. Allah'ın hikmeti işte.

Bugün notları da verdim, bir ödülü hak ettim diyerek kendime çok sevdiğim cevizli keklerden  aldım bir de bir kitap: Mina Urgan Bir Dinazorun Gezileri. Mis kokulu çayımı içerken, cevizli havuçlu ekimi yerken okudum yeni aldığım kitabımı. Beni okurken güldürebilen nadir insanlardan biridir Mina Urgan. Akşam akşam keyfim çok yerine geldi. Ben de bu yazıyı yazayım dedim. Hatta o kadar keyifliyim ki internetimin yine çekmiyor olması bile beni sinirlendirmiyor. Mesela bu yazıya planladığım resimleri yine ekleyemeyeceğim, internet hızım buna izi vermiyor maalesef ...

 Son olarak Mina Urgandan okuduğum bir alıntıyla veda edeyim;

Bunca felaket bunca zulüm, bunca haksızlıklarla dolu bir dünyada köpekler gibi mutsuz olmanın kolaylığını bildiğim için, mutsuzlukları ile övünenlere fena halde bozulurum. Mutsuz olmak bir marifet değildir. Çektiğin acıları gözler önüne sermemek , büyük kişisel mutlulukların peşinden koşmak ayıbından vazgeçip , küçük mutluluklara sığınmak , onlarla yetinmektir asıl marifet olan...

Hoşçakalın...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

İLK İZLENİMLER

 Hiç bir beklentin olmazsa bulduğun, gördüğün her yeni şey seni mutlu ediyormuş gerçekten. Tamamen beklentisiz geldim Mardin'e. Otelden dışarı yiyecek bir şeyler almak için çıktığımda ilk gördüğüm yer Migros oldu. Migros'u gördüğüme bu kadar sevineceğimi hiç tahmin edemezdim. İstanbul'da hiç gitmemişimdir ama burada eski bir dost görmüş gibi beni gülümsetti. Sonra güzel modern bir cafeterya gördüm. Gezdikçe her gördüğüm dükkan beni daha da mutlu etti.. aaa Teknosa varmış , aaa Mado da varmış burada  gibi. Köy büyüğü bir şehir bekliyordum, umduğumdan daha modern bir şehirle karşılaştım. Mardin Yenişehir de gayet geniş ferah caddeler var, ulaşım derdi yok istediğin yere istediğin saatte 5-10 dakikada varıyorsun  ( İstanbul trafiğinden sonra bir ohh çektim) Güzel ve modern binalar var ve yeni bir şehir inşa etmek için hummalı bir çalışma var.

Bazen şalvarlı amcalar görüyorum, o kadar tatlılar ki... Boydan ferah elbise giyen amcalar, puşi takan amcalar... Sonra çeneleri ve alınları dövmeli  yaşlı teyzeler var, yöresel elbiseler giyiyorlar başlarına değişik bir şekilde örtüyorlar. Mardinin insanları iyi giyimli ve bakımlı...  Yeni nesil modern hanımlar çocuklarını parka götürürken bile topuklu ayakkabı giyiyorlar.

Mardinliler en az üç dil biliyorlar; Kürtçe, Arapça, Türkçe...  Minibüste, alışverişte, resmi mekanlarda , sınıflarımda kısacası sen Türkçe konuşmadığın müddetçe ya Kürtçe ya da Arapça konuşuyorlar. Hiçbir şey anlamıyorum. Yabancı ülkeye gitmişim gibiyim. İlk zamanlar Türkçelerini bile anlayamıyordum. Aslında hala anladığımı söyleyemem.

Kısaca ilk izlenimlerim çok iyi . Mardin güzel bir şehir, insanları da  güzel.

BETÜL MARDİNİ

İstanbul'dan sonra gidilebilecek en güzel yer olarak göründü bana Mardin. Zaten tercih edebileceğim çok az şehir vardı. Her ne kadar ilk tercihlerimi Artvin Arhavi ve Rize'nin ilçelerini yazsam da içimden hep keşke Mardin ya da Van çıksa diyordum. Veee nihayet Mardindeyim.... İşe başladım, yerleştim, eee alıştım da sayılır...

Mardin çok özel bir şehir. Dünyada iki şehir toptan koruma altına alınmış; biri Venedik, diğeri ise Mardin...  Pek çok kültürün harmanlandığı, pek çok kültürün yüzyıllardır yan yana dip dibe yaşadığı gerçek bir kozmopolit bir mekan. Mardinle ilgili anlatılacak çok şey var , sonra anlatacağım.


Mardine ilk geldiğimde sanki başka bir ülkeye inmiş gibi hissettim. Atatürk Hava Limanının devasa, işlek, profesyonel, capcanlı havasından sonra Diyarbakır Havaalanı sanki bir köye gelmişim hissini uyandırdı. Daha güneş doğmamıştı İstanbul'dan havalandığımda. Tepeden E-5 ve TEM aort atardamarı gibi görünüyordu. Sanki İstanbul bir kalpti, atıyordu...  Diyarbakır'a varırken güneş doğmuştu ama aydınlık, parlak, ışıldayan bir şehir değil, kapkara, sevimsiz bir şehir karşıladı beni. (Lütfen Diyarbakırlılar kızmasın) Oradan Mardine gidecek araç için yola koyuldum. Sanki 1970'li yıllarda kalmış buralar, sanki zaman donmuş burada asılı kalmış.  Leş gibi sigara kokan, kapkara, pim pis eski hurda bir minibüse binip Mardin'e doğru yola çıktım. Bu söylediklerimden karamsar mutsuz olduğumu sakın zannetmeyin. Tam aksine Afganistan'da seyahat eden bir turist edasıyla tüm bu olumsuz koşullardan zevk bile aldım diyebilirim. Başka bir memlekete gelmiştim, koşullarında katlanacaktım. Yollar dümdüzdü. Arada köyler görüyordum, burada nasıl yaşıyorlar, nasıl vakit geçiyorlar dediğim köyler; kapkara, ağaçsız, pis, hiçbir güzellik barındırmayan köyler...      
             
Sonra Mardin.....
Sonra çok yoğun günler ...
Resmi işlemler
Bir MEB, bir okul...
Ev bul, tekrar İstanbul , toplan, taşın , geri Mardin, tekrar yerleş,  Tam 7 kilo vermişim bu keşmekeşte. Yeniden bir hayatı düzene sokmak ne kadar da zormuş.