18 Mayıs 2011 Çarşamba

AV MEVSİMİ

 Ben silkinip ayağa kalkmak istedikçe ömrümün ağırlıkları beni yatağa çekiyor. Sürekli öksürdüğümden geceleri uyuyamıyorum ( En çok da komşularıma acıyorum) Sürekli nane limon çayları içiyorum.  Son günlerde yaptığım tek şey; mutfağa geçmek, sıcak bir şeyler hazırlamak, içmek , biraz sakinleşip rahatlayıp uyumak , şiddetli baş ağrısı ile kalkıp tuvalete gitmek,  yeniden sıcak bir şeyler... Böyle devam eden bir kısır döngü...

İşte evde böyle oturup hastalığımın geçmesini beklerken uzun zaman önce aldığım elimin altındaki dvd'lerden birini izledim.. AV MEVSİMİ...


 Bu filmi izlemek bir zaman kaybı değildi ama ne bileyim olmamıştı. Vasat bir film. Çok klişe. İzlemeyenler için filmi anlatmayacağım . Bir kere senaryo oturmamıştı, bariz pek çok hata vardı. Daha başında neler olacağını anlıyorsunuz. Sonu belli olan bir cinayet filmi düşünün. Çatışma sahneleri çok acemiceydi. Umarım gerçekte Türk polisi böyle değildir. Yavuz Turguldan beklediğim -bizden şeyler - pek yoktu. Oyunculara bir şey diyemem hepsi mükemmel oyunculukluk çıkartmış (Çömezin aşkını hariç tutuyorum)  Müzikler de güzeldi, Cem Yılmaz'ın söylediği  hayde türküsü de gayet güzel oturmuştu . Hatta filmin tek unutulmaz sahnesiydi.

 Hani bazı filmler vardır tekrar tekrar izlersin, televizyonda görünce kanalı değiştiremezsin. Her seferinde hoşuna gider, her seferinde yeni bir şeyler görürsünkeşfedersin. Hem hüzünlendirir, hem güldürür, hem de gülerken ağlatır... Mesela  Züğürt Ağa, Sultan, Eşkiya, ( Hepsi de Yavuz Tugrul filmi) En son Kabadayı'yı izlemiştim o da güzeldi... Ama bu son filmi ıı ıı ... Ayrı bir yerde tutuyorum Yavuz Turguldan kendine yaraşır filmler yapmasını istiyorum.







SÜS KİRAZI

Uzun bir kış uykusundan kalkmış gibiyim. Kış geçti, bahar geldi. Ömrümden koskoca bir mevsim geçti. Şimdi de geç gelmiş ve hemen gidecekmiş gibi duran güzel bahar mevsimi var. Ama o kadar yorgunum ki. Ömrümde hiç olmadığım kadar yorgunum. Dinlenmekle de geçmiyor, uyandığında yattığınkinden yorgun kalkanınız varsa benim ne demek istediğimi anlar. Ömrümde ilk kez ölümü çok düşünüyorum. Kendime ölümü daha yakın hissediyorum. Son bir kaç haftadır havalar güzelleşti ya ben de cılız silkinişlerle kendime gelmeye çalışıyorum. Önce 2-3 hafta kadar önce beslenmemde biraz değişikliğe gittim, hafif sağlıklı şeyler yemeye çalıştım, birkaç günde etkisini gösterdi en azından sabah uyanabiliyorum artık,  sonra bahar yürüyüşlerine başladım. Önce tomurcuklar göründü, sonra Çin Manolyaları. Salkım söğütler narin dallarını uzattı yavaş yavaş sonra süs kirazları, Başakşehir'de öyle güzel alımlı edalı süs kirazları var ki. Çiçekli süs kirazını görmeyenler çiçek açmış ağaç gördüm demesin.

                Bu resim google görsellerden alınmıştır.

Bakın süs kirazı ağacı böyle bir şey.. Bir de bunun pembe açanları var. Bu ağaçlara her baktığımda cennetten bir ağaç gelmişse kesin bu ağaçtır diyorum... 

ATALETİ KIRMAK

Uzun zamandır kitap okuyamıyorum. Oysa ki eskiden okuduğum kitapların listesini tutardım. Bir de okuyacaklarımın listesini.  Gittiğim her yere mutlaka kitabımı da götürürdüm. Akşamları yatmadan önce ayrı, çantamda parkta otobüste okuduklarım ayrı, günlük hayatta okuduklarım ayrıydı. Bir de her gün görev gibi okuduklarım vardı.  2-3 yıldır pek bir şey okudum diyemem.

İşte geçen gün artık üstümdeki bu ataleti kırayım, ufkumu genişleteyim diye kitapçıya girdim. Sevdiğim yazarların yeni kitapları çıkmış, sevindim. Bir sürü seçenek arasından  İnkilap yayınlarından çıkan Dünya Tarihi adlı kitabın birinci cildini aldım. Henüz ilk iki sayfasını okudum, beğeneceğim ufkumu açacak bir kitap gibi görünüyor...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

SİYAH-BEYAZ

Çok merak ettiğim bir filmdi.... İşini sevmeyen bir doktor, bir ressam, yalnızlığı seçmiş bir kadın, ve de birkaç kişi daha. Her akşam siyah beyaz adlı barda buluşup sohbet ediyorlarmış. Oyuncu kadrosu mükemmel hele de Nejat İşler ve Şevval Sam ikilisi de olunca izlemek için can attım.

SONUÇ: Tam bir zaman kaybı...

Konuşmalar sığ, zaten bir konu yok,  alakasız alakasız sahneler, sıradan günlük hayat desem değil, doğaçlama desem hiç değil... Şevval Sam zaten hiç olmamış.. Habire içiyorlar, tüttürmedikleri bir sahne yok.

Kısacası keşke hiç izlemeseydim...

Benim bir buçuk saatim boşa gitti sizinki gitmesin diye yazıyorum bunları.


 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

BİR DEMET MİS KOKULU TAZE PAPATYA

        
Dün doğum ziyareti için Bakırköy'e özel bir hastaneye gitmiştim. Öncesinde adet olduğu üzere çiçek alayım dedim. Bir demet mis kokulu taze papatya almaktı amacım. Koskoca Bakırköy'ü dolaştım, tüm çiçekçilere girdim, çıktım papatya satan bir yer nihayet buldum fakat burası da sokak satıcılarının mekanıydı, çiçekler güzeldi, tazeydi fakat sunum kötüydü. Karar vermek zordu. Taptaze bir buket karışık çiçek bana daha samimi göründü ve istediğim papatyaları bulamasam da güzel bir demet yaptırdım ve yola koyuldum, hastaneye vardım.

Hastaların yanına çiçek götürülemiyormuş girişte buketimi bırakmak zorunda kaldım, kartımı aldım, ziyaretimi yaptım. (Acıbadem hastanesinde ziyarette çiçek götürülemiyor hastalarda alerjiye sebebiyet verebileceği için danışmada özel bir mekana çiçekler bırakılıyor, size bir kart veriliyor siz o kartı hastaya veriyorsunuz, hasta taburcu olurken de emanetleri teslim ediliyor) Ziyaretten sonra tam çıkacakken köşede çiçekleri gördüm, içimden şöyle bir bakmak geldi kimler neler yollamış. Bir de ne göreyim. Devasa boyutta aranjmanlar, orkideler, lilyumlar, güzel güzel saksılar, vazolar, balonlar, bebekler, ayıcıklar, güzel güzel yazılmış kartlar, iyi dilekler .... veeee bi köşede benim boynu bükük minik buketim. (Aslında minik değildi ama aranjmanların yanında küçücük kalmıştı)  Öyle ezik öyle gariban duruyordu ki... Bakakaldım... Allahım Allahım ...  Bişeyler yapmalı ve hemen o buketi oradan çekmem lazımdı. ( Mahalle baskısı böyle bir şey olsa gerekti) Hemen hastanenin yanındaki çiçekçiye koştum tek ve bir tane  aranjman vardı pazarlık bile yapmadan aceleyle  onu aldım hastaneye koşar adımlarla gittim ve buketi değiştirmelerini istedim... Personel önce hiç bir şey anlamadı öyle aval aval baktı  Sonra çiçeklerin yanına gidip de benim minicik ezik,boynu bükük şeffaf poşete lastik bantlarla sarılı zavallı buketimi görünce ne demek istediğimi anladılar. Ve hemen değiştirdiler.

Bu olayda ise tek güzel olan şey şu anda evimde baktıkça mutlu olduğum bir demet çiçeğimin olması.  O sahte cafcaflı aranjmana göre bin kat samimi ve en azından mis gibi kokuyorlar. 


internette güzel bir aranjmanın ortalama fiyatı 40-50 tl


benim buketim 20 tl...


Aşağıdakiler ise bugün  bebeğe aldığım elbise.. Özellikle pembe olmayan bir elbise aradım ve bunu görür görmez aşık oldum umarım onlar da  beğenirler. Fotoğrafta çok büyük görünüyor ama aslında boyu bir karıştan biraz fazla.