30 Mart 2015 Pazartesi

KAFAMDA BİR TUHAFLIK, ORHAN PAMUK

Kafamda Bir Tuhaflık  sabırsızlıkla  beklediğim kitaptı. 



Nihayet Kafamda Bir Tuhaflık'ı hevesle aldım, okudum. En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; ne Kara Kitap'ın ne de Masumiyet Müzesi'nin zevkini alabildim. 

Kara Kitap, İstanbul, Benim Adım Kırmızı, Masumiyet Müzesi, Kar Orhan Pamuğun en sevdiğim kitapları... Bunları okurken özellikle de Kara Kitap'ı bitmesin de ben hep okuyayım diye düşünürdüm. Kitapta bir cümlenin üzerinde dakikalarca düşünür tam da ben böyle hissediyorum tam da bu benim düşüncem derken bulurdum kendimi . Hatta Kara Kitap'ın bir gün bana fısıldadığını bile düşünüp kendimden korkmuştum. Masumiyet Müzesi ise ülkemiz  erkek bakış açısını anlamak için birebir süper bir kitaptı.  Bu kitapları defalarca sıkılmadan okuyabilirim.

Kafamda Bir Tuhaflık ise bir belgesel izliyormuşum tadı bıraktı bende. Sanki Orhan Pamuk bir sürü seyyar satıcı ile röportaj yapmış onların sözlerini yazıya dökmüş. İstanbul'un varoşlarının nasıl değiştiğini gösteren edebi bir belgesel roman hazırlamış da biraz aceleye gelmiş sanki... Orhan Pamuk'un kendi ailesine benzer hayatların anlatıldığı romanlarındaki Kara Kitap'taki , Masumiyet Müzesi'ndeki o derin duygular, keşifler yoktu. Bozacının ve çevresinin hayatı çok yüzeysel işlenmişti. Ayrıca bir Nişantaşı çocuğu olan Orhan Pamuk  fakirlerin ruh dünyasını hiç mi hiç verememişti. Mesela ancak karnını doyurabilen Bozacı Mevlüt'ün eylül dönemi okul masraflarından hiç bahsetmemişti, Mevlüt geleceği ile ilgili hiç yatırım yapmamasına rağmen bu yönde hiçbir sitemvari cümle kullanmamıştı, Rayiha artan tüp parasından çocukları için her gün alması gereken süt peynir paralarından hiç bahsetmemişti, genç kızların harçlıkları, ayakkabıları giyim kuşam  masrafları bayramlarda baklavaya konulacak cevizin parası zırp pırt her fırsatta içilen rakının el yakan fiyatından hiç bir varoş insanı şikayet etmemişti, ya da borç istemenin o dayanılmaz ağırlığı, hastane masrafları, ya da ya hasta olursam bu çocukları kim doyuracak endişelerine hiç mi hiç yer vermemişti Orhan Pamuk.

 ... hem sonra eşi Rayihanın kızlarının çeyizi ya da geleceği için hiç mi bir cümle kullanmaz ya da insan işsiz kalınca  sinir krizi geçirmez mi, ağlayıp sızlamaz mı... Tüm bunlardan Robert Kolejli , Nişantaşı çocuğu Orhan Pamuk'un bu dünyaya ne kadar yabancı olduğunu anladım. Diğer kitapları kendi hayatından alıntı. Orada incelikler var oysa bu kitap öylemi .. Bozacı Mevlüt'ü ne kadar hissedebilir hayatında bir gün parasızlık çekmemiş Orhan Pamuk.. Yaptığı röportajda sohbetlerde ne söylendiyse o ... Bunun dışında günlük yaşamdan eser yoktu kitapta. 

Bunun dışında Bozacı Mevlüt ve diğer kahramanlarımızın  aynı kafadan çıktığı besbelli idi birbirlerinden hiçbir farkları yoktu. Hepsi aynı düşüncede idi hepsi aynı dili konuşuyordu  Mevlüt'ün dışındakiler  romanın sıkıcılığını tekdüzeliğini azaltmak için var gibiydiler. 

Bu konuda Oya Baydar'ın Erguvan Kapısını okumanızı çok tavsiye ederim. Erguvan Kapısında çözümlemeler o kadar mükemmel yapılmıştı ki kahramanların aynı elden çıkıp tek bir kişinin konuşturduğuna inanamaz insan ...  Tüm karakterler çok iyi oturmuş hepsinin ayrı bir dili ayrı bir düşüncesi vardır. 

Orhan Pamuk 'un kitabında ise tek bir kişi vardır o da Mevlüt, geri kalan kişiler adeta bir dekor gibidir. 

Ayrıca edebiyatçı olmamama rağmen kitapta 4-5 yerde düşünce akışı bozukluğuna ve cümle düşüklüğüne rastladım. Muhtemelen bazı yerleri çıkartmış ve  o paragrafı yeniden düzenlemeyi unutmuş.

Ayrıca bir kimya öğretmeni olarak da söyleyebilirim ki PbSO4 bileşiği vardır. Kitapta geçtiği gibi Pb2SO4 bileşiği yoktur. Bu basit bilgiyi  bir kimyacıya sorsaydı keşke.

Bir de olmayan ermeni soykırımını dile getirerek Nobel ödülü kazanan yazarımız ( ki Nobel siyasi bir ödüldür hepimiz biliyoruz. ayrıca bu konuda Orhan Pamuk'a çok kızsam da hala onun iyi bir yazar olduğunu düşünenlerdenim)  bu seferde Kürt meselesi ile kendine bir pay çıkartmaya çalışmış. Mesela ısrarla doğudan göçen vatandaşlarımız için savaştan kaçan kürtler kelimesini kullanmış sanki bir savaş varmış gibi. Ha bire kürtçülüğe vurgu yapmış da ne yapmaya çalıştığını açıkçası anlayamadım.  Bu da siyasi bir yorum yaptığında ''Manhattan'da Central Parka bakarken ya da Cihangirde boğaza nazır evinde  8 saatini roman yazmaya ayıran  birisi ne kadar gerçekçi siyasi bir görüş bildirebilir'  diyenleri de haklı çıkarttı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder