11 Ekim 2011 Salı

SÜLEYMANİYE GEZİSİ (10.10.2011)

     Bu sabah tüm olumsuz hava koşullarına rağmen çok sevdiğim bir arkadaşımla Süleymaniyeye gittik... Geçmiş  yıllarda olsaydı böyle bir  havada asla...  Ama arkadaşım sabah aradı ben de tereddütsüz gitmeyi  kabul  ettim( Hiçbir fırsatı kaçırmayacağıma dair kendime söz vermiştim )   İyi ki de gitmişim...  İstanbul yağmur yağarken de çok güzel...Uzun zamandır görmediğiniz bir dostla bir çift kelam etmek de...



6 Ekim 2011 Perşembe

AYASOFYA GEZİSİ (06.10.2011)

Perşembe günü benim boş günüm. 

Her fırsatta gezme kararım ( KARAR1) sebebiyle daha haftanın başından bugün için gezi planları yapıyorum. 

Bu hafta Sultanahmet'e gitmeye karar vermiştim. 

Sabah uyandığımda her zaman ki mazaretler başıma üşüşmeye başladılar.

 'Evde otur dinlen 'dedim kendime önce, geçen Cihangir gezisinden kalma ayak ağrılarım çok artmıştı (Cihangir merdivenlerini bilenler ayaklarımın neden ağrıdığını çok iyi anlayabilir)  

Sonra "Ev çok battı otur temizlik yap." dedim ama pazar günleri dışında temizlik yapmak yok kararımca bundan da vazgeçtim. 

Böylece küçük bir kahvaltıdan sonra attım kendimi dışarıya. 

Her ne kadar İstanbul'un Kurtuluşu nedeniyle trafik keşmekeşinden dolayı 3 saatte Sultanahmet'e varsam da bugünü güzel geçirmeye kararlıydım.

Önce Firuzağa Camii' ne geçtim.

 Firuzağa Camii Sultanahmet Tramvay Durağı'nın tam karşısında kalır. Meydanın en eski camilerinden biridir. Küçük ama çok şirin bir bahçesi vardır. Tuvaletleri tertemiz ve de ücretsizdir. (Ama temizliğinden dolayı hep fazla fazla bahşiş atarım yine de.) 

Caminin içi tenha ve huzur dolu olması hasebiyle namaz kılmak için büyük camilerden çok daha idealdir.

Burada biraz soluklandıtan sonra Sultanahmet Camii'sine geçtim. 

 I. Ahmet'ten önceki padişahlar fetihlerden döndüklerinde kendilerine geçen payla yani kendi paraları ile camiilerini ve de diğer hayırlarını yaptırmışlardır.

 İlk kez I. Ahmet kendi kesesinden değil de devletin parasıyla bir camii yaptırmış.  

Halk bunu hiç hoş karşılaşmamış.

Ulema halk asker Sultanahmet'e gitmek yerine Ayasofya'ya gitmeyi tercih ediyorlarmış.

Düşünüyorum da  o zamanlarda ben de bu  camiyi çok gereksiz bulurdum. 

Tam Ayasofya'nin karşısında çok pahalıya mal olmuş bir camiyi benimsemezdim herhalde.

 I. Ahmet 14 yaşında padişah olmuş, 14 yıl hükümdarlık yapmış ve de 28 yaşında hayata gözlerini yummuş. 

Aynı zamanda I. Ahmet Fatih Sultan Mehmet'in yasalaştırdığı kardeş katli kanunu değiştirerek Ekber ve Erşed Yasasını getirmiş. ( Çünkü kendinden önce tahta geçen III. Mehmet tahta geçtiği günün sabahında çoğu bebek 19 kardeşini boğdurtmuş. Bu da halkın vicdanında o denli büyük yaralar açmış ki I. Ahmet böyle bir yasa çıkartmak zorunda kalmış.)

Sultanahmet Camisinden sonra Ayasofya'ya geçtim.

 Bu mekana kaç kere geldiğimi bilmiyorum, ama her geldiğimde hayret, dehşet, büyülenme benzeri duyguları yine ve yeniden yaşıyorum.

 Bizans İmparatoru M.S 537 de Justinien Ayasofyanın açılışında kendini tutamayıp "Seni geçtim Süleyman " diye haykırmış. 

      Sultanahmet Tramvay Durağı'nın biraz ilerisinde Çiğdem Pastanesi var. 

Her daim taze, kaliteli, ve de fiyatları uçurulmamış kurabiyeler, pastalar, börekler mekanıdır. Börekleri hafiftir, pastaları iç kıymaz, ve de çayları her zaman tazedir. Çok şirin çay bardakları vardır, masalar ahşap, şekerlikler bakırdandır. Duvarlara gömülü minik şöminelerde mumlar yanar. Mekan küçük, loş ama samimidir. Bir yandan kabaklı böreğini yerken bir yandan Türk kahvesini yudumlayan turistler görürsünüz. Mekan dar olduğundan muhtemelen diger insanlarla yana ana oturursunuz, böylece Türk kahvesini içme usulünü anlatmak durumunda kalıp başka diyarlardan başka dillerden başka dinlerden başka renklerden  güzel insanlar tanırsınız. 

İşte öyle bir mekan burası.

Şimdilik bu kadar...

5 Ekim 2011 Çarşamba

CİHANGİR GEZİSİ (04.10.2011)

Karar 1 kapsamında çok sevdiğim bir arkadaşımla bugün sabah kahvaltısına Beşiktaş'a gittim. 

Dolmabahçe Sarayının arkasında Gümüşsuyu'na çıkarken yanda bir çay bahçesi var. Belediyeninmiş. 

Manzara çok güzeldi.

 Yerler yeni yıkanmıştı, ortamda çam ağaçlarının ferahlığı vardı.

 Cana yakın işletmeciler ve yanı başımızda öten paçalı horozlar, sakin sakin gezinen tavuklar.

Gayet huzurlu bir ortam yani.

Kahvaltı yaparken yumurta geldi. Enfesti. Sonradan öğrendik ki bu çok lezzetli yumurta burada gezinen mutlu tavukların yumurtası imiş.

Hasılı kelam mis gibi bir kahvaltıdan sonra Saideciğimle Cihangir sırtlarında keşfetmemizi bekleyen sokaklara doğru yolculuğa çıktık. 

Böyle gezilerde yanımdan ayırmadığım Murat Belgenin İstanbul Gezi Rehberimin rehberliğinde dolaşmaya başladık.

Küçük bir ayrıntı -Cihangir ara sokaklarında bir evden çıkan Sinan Çetin'i gördük adam aynı televizyonda göründüğü gibi sempatik bir tip-

Çok güzel ahşap evler, daracık sokaklar keşfettik, sonra da Cihangir Cami'ne gittik.

 Cihangir Kanuni'nin oğlu, Süleyman oğlu Mustafa'yı boğdurttuktan sonra Cihangir üzüntüsünden ölmüş. Kanuni de bu oğlu için bu camiyi yaptırtmış, sağlığında Cihangir Şehzade henüz kimselerin yerleşmediği bu sırtları çok sever sık sık buralara gelirmiş. Cihangir Camii'nden manzara çok güzel,  Taksim'e yolum düştüğünde sık sık gelip şöyle bir manzarasında dinlendiğim, ruhuma nefes aldırdığım bir mekan. 

Bu gün de hava çok güzeldi.

Deniz masmaviydi.

 Sohbet koyuydu. 

Sonra sonsuz gibi görünen basamaklardan inerek Fındıklı'ya indik.

 İşte bu güzel günden hatıra birkaç  fotoğraf...







DÖNÜŞÜM

05.10.2011

Kafka  Dönüşüm'de  Gregor Samsa'nın  yavaş yavaş bir böceğe dönüşünü anlatır.

 Bu yazımda bir böceğe nasıl  dönüştüğümü anlatmayacağım.

 Yok.

 İnsan pek ala bir kelebeğe de dönüşebilir.

 Tırtıldan kelebeğe dönüşümü diyorum yani Metamorfoz ...

Evet kesin kararlıyım bu sene geçmiş yıllardan farklı olarak iç dünyamda bir dönüşüm yapmaya, bir ihtilal gerçekleştirmeye.

Aslında her şey benim güzel fincanımla başladı.

 Onu geçen bahar görmüş ve de çok beğenmiştim. 

Bu yaz memleketten dönünce tesadüfen bir dükkanda yeniden gördüm, aldım.

 Minicik bir fincan...  

Ama beni o denli mutlu etti ki anlatamam...

İşte bu da benim güzel fincanımın resmi

       
Dedim ki bir fincanla bu kadar mutlu olabiliyorum, demek ki aslında ben mutlu olabilen biriyim.

 Sadece bana iyi gelenleri keşfetmem, ruhumu sıkanları da tespit edip hayatımdan şutlamam gerek.

Ben de bazı kararlar almaya başladım.
      
          KARAR 1) Bol bol gez

Bu planımı hemen uygulamaya başladım. 

Her boşluğumda bir yerlere - ille de süper yerler olmasına gerek yok, alışveriş merkezi hatta marketin üstündeki butikçi bile olur, yeter ki evden çıkayım- gitmeye başladım. 

Bu gezmelerim sırasında, her fırsatta gezdiğim alışveriş merkezleri, Fatih, Bakırköy, Mecidiyeköy derken güzel şeyler gözüme çarpmaya başladı.

 Mesela hiç aklımda yokken bir radyo alıverdim. 

Şimdi evde mutfakta her fırsatta radyo dinliyorum; bulaşık yıkarken, yemek yaparken, çay demlerken radyom hep açık.
     
           KARAR 2) Kitap oku

Bu kararım kapsamımda ise bu ay her hafta bir kitap almaya gayret gösterdim

* Orhan Pamuk  Saf ve Düşünceli Romancı
* Nazan Bekiroğlu Yol Hali
* İşte Böyle Dedi Zerdüşt Nietzsche
* Kuranı Kerim Meali aldım...


           KARAR 3) Sosyalleş


Bu kararım kapsamımda uzun süredir çok ihmal ettiğim arkadaşlarımı aradım,

ihmal ettiğim çocuk göz aydınları, yeni eviniz hayırlı olsun ziyaretlerini tamamlamaya çalışıyorum.

 Bunun yanı sıra dersler yoğunlaşmadan, kış bastırmadan herkesi arıyorum, son güzel güneşli günlerin tadını çıkarmak için davet ediyorum. 

Arkadaşlar insan ruhuna çok iyi geliyor gerçekten.

           KARAR 4) Spor yap


Bu kararımı verdikten sonra da hemen bir spor merkezine yazıldım.

10 gündür her gün spora gidiyorum. 

Sadece 10 gündür gitmem rağmen hem ruhuma hem de bedenime çok iyi geldi.


           KARAR 5) Ev temizliğini pazar günü yap, diğer günler temizliği düşünme.

Herhalde en zor uyguladığım karar bu oldu.

Mesela bugün salı ve çok temizlik yapasım var.

 Mesela dün gece sabahın 01:00' inde içimde zor bastırdığım bir duygu sürekli tüm dolapları boşalt ve geri yerleştir diyordu. 

Tüm kitapların tek tek tozlarını alıp büyük bir vecdle yerine koyan, kendimi engellemesem günlerce temizlik yapıp ellerim paralanıncaya kadar elimi sudan çıkartamayan biriyim. 

Her akşam yatmadan önce evi son kez gözden geçiren, ve de sabah uyanınca ilk iş olarak odaları tek tek gezip ( gece inceleyip de yatmama rağmen ) her şey yerli yerinde mi diye kontrol eden düzen hastasıyım. 

Evde arayıp ta bulamadığım hiçbir şey yoktur, bir toplu iğneyi bile gözüm kapalı bulup verebilirim o denli yani. 

İşte bu yüzden kendime söz verdim, pazar günleri doya doya temizliğimi yapacağım ve de haftanın geri kalan günleri iş yapmayı düşünmeyeceğim, çamaşır ve ütü de dahil. 

Tabii ki hala çok düzenliyim sadece evi süpürüp silmiyorum, dolapları indirmiyorum, camları silmiyorum. Şimdilik zor gidiyor bakalım...

Şimdilik bu kadar...