Perşembe günü benim boş günüm. Her fırsatta gezme kararım ( KARAR1) sebebiyle daha haftanın başından bugün için gezi planları yapıyorum. Bu hafta Sultanahmet'e gitmeye karar vermiştim. Sabah uyandığımda her zaman ki mazaretler başıma üşüşmeye başladılar. 'Evde otur dinlen 'dedim kendime önce, geçen Cihangir gezisinden kalma ayak ağrılarım çok artmıştı (Cihangir merdivenlerini bilenler ayaklarımın neden ağrıdığını çok iyi anlayabilir) Sonra 'ev çok battı otur temizlik yap' dedim ama pazar günleri dışında temizlik yapmak yok kararımca bundan da vazgeçtim. Böylece küçük bir kahvaltıdan sonra attım kendimi dışarıya. Her ne kadar İstanbul'un kurtuluşu nedeniyle trafik keşmekeşinden dolayı 3 saatte Sultanahmet'e varsam da bugünü güzel geçirmeye kararlıydım.
Önce Firuzağa Camii' nden bahsedeyim. Firuzağa Camii tramvay durağının tam karşısında kalır. Meydanın en eski camilerinden biridir. Küçük ama çok şirin bir bahçesi vardır. Tuvaletleri tertemiz ve de ücretsizdir (ama temizliğinden dolayı hep fazla fazla bahşiş atarım yine de) Caminin içi tenha ve huzur dolu olması hasebiyle namaz kılmak için büyük camilerden çok daha idealdir.
Firuzağa'dan sonra Sultanahmet Camii'sine geçtim. Camiyi zaten herkes bilir o yüzden anlatmıyorum. Sadece herkesin bilmediği bir şey aktarmak istiyorum. I. Ahmet'ten önceki padişahlar fetihlerden döndüklerinde kendilerine geçen payla yani kendi keselerinden camiilerini ve de diğer hayırlarını yaptırmışlardır. İlk kez I. Ahmet kendi kesesinden değil de devletin parasıyla bir camii yaptırır ( bizim Sultanahmet Camisi yani) Halk ta bunu protesto eder ve bu camide namaz kılmaz. Neredeyse 100 yıl boyunca ( yanlış duymadınız 100 yıl) bu durumu boykot etmiş ecdadımız. I. Ahmet 14 yaşında padişah olmuş, 14 yıl hükümdarlık yapmış ve de 28 yaşında hayata gözlerini yummuş. Aynı zamanda I. Ahmet Fatih Sultan Mehmet'in yasalaştırdığı kardeş katli kanunu değiştirerek Ekber ve Erşed Yasasını getirmiş. ( Çünkü kendinden önce tahta geçen III. Mehmet tahta geçtiği günün sabahında çoğu bebek 19 kardeşini boğdurtmuş. Bu da halkın vicdanında o denli büyük yaralar açmış ki I. Ahmet böyle bir yasa çıkartmak zorunda kalmış)
Sultanahmet Camisinden sonra Ayasofya'ya geçtim. Bu mekana kaç kere geldiğimi bilmiyorum, ama her geldiğimde hayret, dehşet, büyülenme benzeri duyguları yine ve yeniden yaşıyorum. Bizans İmparatoru M.S 537 de Justinien Ayasofyanın açılışında kendini tutamayıp 'seni geçtim Süleyman ' diye haykırmış. Bu yazımda hiçbir fotoğraf koymuyorum, lafı da uzatmıyorum çünkü Ayasofyanın ihtişamını hiçbir fotoğraf, hiçbir söz anlatamaz.
Ben size Sultanahmet tramvay durağının biraz ilerisinde bulunan Çiğdem Pastanesi'ni anlatayım. Her daim taze, kaliteli, ve de fiyatları uçurulmamış kurabiyeler, pastalar, börekler mekanıdır kendileri. Börekleri hafiftir, pastaları iç kıymaz, ve de çayları her zaman tazedir. Çok şirin çay bardakları vardır, masalar ahşap, şekerlikler bakırdandır. Duvarlara gömülü minik şöminelerde mumlar yanar. Mekan küçük, loş ama samimidir. Bir yandan kabaklı böreğini yerken bir yandan Türk kahvesini yudumlayan turistler görürsünüz. Mekan dar olduğundan muhtemelen yany ana oturursunuz, böylece Türk kahvesini içme usulünü anlatmak durumunda kalıp başka diyarlardan başka dillerden başka dinlerden başka renklerden güzel insanlar tanırsınız. İşte öyle bir mekan burası.
Şimdilik bu kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder