13.04.2025 Pazar
Bu pazar Trakya Köyleri gezisine katılmaya karar verdim.
Ama daha bir gece öncesinden pişmanlığım başladı. Sabah erken kalkmak yerine mis gibi uyuyabilirdim. Ya da evi ( düşük bir ihtimal de olsa) temizleyebilirdim. Kendime kişisel bakım yapabilirdim. Ya da boş boş oturabilirdim. Ertesi gün de nöbetçiyim ve 7 saat dersim var.
Ama yine de biliyorum ki pazar sabahı yatsam da bir zaman sonra uyuyamıyorum. Sadece yat yat başım ağrıyor bir süre sonra sersemliyorum. Zaten uyumayı başarsam da Defne uyumaz benim uyumama da tahammül edemez. Evi de zaten ne zaman temizleyebiliyorum ki.
Daha uyanır uyanmaz Defne oynayalım mı demeye başlayacak akşama kadar evin içinde bir o yana bir bu yana cebelleşeceğim. Kendimden hayatımdan nefret edeceğim.
Yani evimde de dinlenme şansım hiç yok bari gezeyim öyle yorulayım dedim.
Bugün sabah daha güneş doğmadan 05:50'de kalktım. 06:27 metrosuna binmeyi planlıyordum ama 10 dakika gecikme ile 06:37 metrosuna yetişebildim. Servisime vaktinde yetişemeyeceğim diye çok korktum.
Her zamanki gibi ne işim var bu saatte metrolarda daha güneş bile doğmadan hangi akla hizmet yollara düşüyorum Ah kafam ah benim kafam diye diye Mecidiyeköy'e geldim.
Tam 07:50'de Mecidiyeköy Murat Muhallebicisi'nin önüne geldim. Ve tam da o sırada aracımız geldi. Hemen atladık. Tamamen vaktinde gecikmesiz kalktık. Yol boyu diğer yolcuları da alarak devam ettik. Herkes tam vaktinde geldi. Bu gezide herkes çok dakikti. Hiç bir yerde hiçbir gecikme yaşamadık.
Rehberimiz yine Tahsin Toğral'dı. Kendisi Kırklareli'li olduğu için buraları iyi biliyor.
Etrafı seyrede seyrede yol aldık.
Bahar gelmiş. Her yer yemyeşil buğday tarlaları ile harika görünüyor. Tabiat daha tam uyanmamış ağaçlar henüz kuru kuru ama ara ara çok güzel açmış çiçeklenmiş ağaçlar da görüyoruz.
Yolda bir ara jandarmalar aracımızı durdurdu. Kimlik taraması yaptılar. Herkes jandarmaya söylendi sanki o emir kulu değilmiş gibi. Sonrasında biraz gecikmeli de olsa ilk durağımız olan Kırklareli Lüleburgaz Ertuğrul Köyü'ne ulaştık.
Saat 10:40 civarı idi.
Köyün Kültür Evi'ne geldik. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri geçtik.
Köylü kadınlar bize harika bir kahvaltı hazırlamış.
Rengarenk işlenmiş kanaviçeli perdeler, somyalar köy evlerinde olan büyük minderler ve ortadaki çıtır çıtır yanan soba ile sevimli bir köy odası burası.
Sofrada yumurta, fırında patates, siyah zeytin, yeşil zetin, iki çeşit peynir, domates, salatalık, terayağı, bal, zerdali reçeli, ekşimikli biber, yeşilliklerden oluşan bir tabak vardı.
İlk olarak sıcak süt geldi. (Ben almadım.) Sonra ev yapımı tarhana çorbası geldi. Çorbalardan sonra kabalka yani bizim dilimizde pişi getirdiler. Sıcak sıcak taze taze nasıl güzel kokuyordu. Çıtır çıtır pişileri yerken çaylar da geldi. Bir yandan da sobada kızarmış ekmekleri dağıttılar.
Köylü ablalar çok çalışkandı. Güleryüzlü ve sempatiklerdi. Çok sevimli idiler. Hepsi de aynı kumaş aynı desen şalvar giymişlerdi. Hepsi de aynı renk başörtüsünü aynı tip bağlamışlardı. Patikleri bile aynı renk aynı desendi. Hatta ablaların vücutları bile aynı idi. Tipik köylü vücudu. Hafif tombul ama sağlıklı kıvrak vücutlar.
Sofrada herşey çok lezzetli idi. Çok da acıkmıştık zaten. Saat de 11 olmuştu neredeyse. Masada ne var ne yok silip süpürdük.
Bir yandan da birbirimizi tanıdık sohbet ettik.
Sonra dışarı bahçeye çıktık.
Bu sırada ayakkabılarımı giyinirken kafama tak diye bir şey vurdu. Bir baktım bir köpek o kadar insan içinde bula bula beni bulmuş kafama tosluyor o şaşkınlık anımda da kaşla göz arasında alnımı yaladı. Git diyorum kovalıyorum ama tam ayakkabımı bağlamak için eğildiğimde oyun oynuyorum zannediyor ki herhalde yine tak diye kafama vurup bir yerlerimi yalıyor. Kendimi zor kurtardım. Sonra gruptan bir bey geldi köpeklerle oynamaya başladı. Beni toslayan değil de küçük kahverengi köpekle bize poz verdiler. Köpek bildiğimiz bir insan gibi gülüyordu.
Sonra oradaki köylü ablalardan biri bir teyp getirdi. Allah Allah ne oluyoruz derken " Amaan yeter be, bu dünyaya üzülmağa mı geldik!" deyip oynamaya başladı.
Darbukası düm düm teke
Roman, oynar seke seke
Al yeşilli mendil alam
Düğünlerde başı çeke
Müjgan, Müjgan, Müjgan
Gruptan bazı kişiler de hemen eşlik etti.
Huzurlu neşeli güzel abartısız bir ortamdı.
Hava sıcacıktı.
Herkeste güzel bir kahvaltı sonrası enerjisi vardı.
Sanki bu ablaları ezelden beri tanıyorum. Sanki bu gruptakilerle çok önceden tanışmışım ama ancak şimdi karşılaşıyorum gibi değişik bir ruh halindeydim.
Hatta belki yazınca saçma olacak ama cennette hep bu insanlarla birlikte sonsuza dek beraber olabilirim sorun yok gibi tuhaf bir düşünceye bile kapıldım. Uzun zamandır insanlara kendimi bu kadar yakın hissetmemiştim. (Sosyalleşme çabalarım işe yarıyor mu ne)
Köy kahvaltımız için 300 TL ödedik.
Buradan Fatma Efe'nin evine gittik. Bahçesinde oturduk. Fatma Efe 68 yaşında eşi vefat etmiş çoluk çocuğu da olmayan yalnız bir kadın. Gençlerin cep telefonlarını ellerinden düşürmemesinden rahatsız olmuş. O da köyü dolaşmış. Şimdi insanların unuttuğu gençlerin ise hiç tanımadığı bilmediği etnografik malzemeleri toplamaya başlamış. Zamanla evi bu eşyalarla dolmuş taşmış.
Eve çevreden okullardan sivil toplum kuruluşlarından ziyaretçi akını başlamış. Yerli ve yabancı ziyaretçiler öyle çoğalmış ki Kırklareli İl Kültür Turizm Müdürlüğü Fatma Teyze'nin evinin hemen karşısında atıl konumdaki kendisin de okulu olan ilkokulu onarmış eşyaları buraya taşımış ve Ertuğrul Köyü Kültür Evi olarak hizmete açmış.
Fatma Teyze eşya toplamaya devam etmiş evi yine dolmuş taşmış. Bu sefer de başka bir şehirdeki- Kırklareli olabilir- bir etnoğrafya müzesi için Fatma Teyze'den yardım istemişler. Oraya da bir sürü eşya gitmiş. Şimdi yine yeni bir müze için eşya ayarlıyormuş.
Fatma Teyzenin evinde biraz dolandıktan sonra Kültür Evi'ne gittik.
Ben zaten Etnoğrafya müzelerini çok seviyorum.
Oralardan çok şey öğreniyorum.
Bu yukarıdaki metal araç ineklerin ağzına takılıyormuş. Komşu tarlanın otunu yemesin, eve haram lokma girmesin diye.
Çok duygulandım hatta bugün derste bu parçayı öğrencilerime anlattım.
Pek inanmadılar daha doğrusu inanılmaz buldular.
Belki de inek saldırmasın diye takılıyordur bilemedim.
Etnografya Müzesi'nde ilk kez öreke kirmen, iğ gördüm.
Bizim isminini sadece şarkılarda türkülerde şiirlerde deyimlerde duyduğumuz kültürümüzün bir parçası haline gelmiş ama bizim hiç görmediğimiz ne işe yaradığını bilmediğimiz hayatımızdan sessizce sakince çıkmış gitmiş bir sürü araç gereç.
Köyden ayrıldıktan sonra bir kanola tarlasında durduk.
Zaten yol boyu Trakya'da her yer bu sarı sarı tarlalarla dolu.
Sarı tarlalar kanola, yeşil olanlar buğday, boş gibi görünenler ise ayçiçek tarlaları imiş.
Kanola bitkisinden yağ üretiliyormuş.
Şimdilerde daha kolay ve verimli olduğu için Trakyalılar ayçiçek yerine kanola üretiyormuş.
Tarla başında bol bol fotoğraf çektik.
Herkes çok mutluydu.
Sonra Pınarhisar civarında bir kiraz bahçesine büyük bir hevesle gittik.
Kiraz çiçeklerini kokusunu çok merak ediyordum.
Herkes gibi ben de asıl bu kiraz bahçesi için bu tura katılmışdım.
Kocaman bir bahçeye geldik.
33 cins kiraz üretiliyormuş bu bahçede.
1500'den fazla çoğu kiraz, meyve ağaçları ile dolu bir bahçe burası.
Sempatik bahçe sahibimiz ağaçları tanıttı.
Kiraz ağaçları pek hayalimdeki gibi değildi. Sönük sönük cansız idi.
Bir kaç gün önce geceleyin çok şiddetli bir soğuk olmuş ki sıcaklık buralarda -9 dereceye kadar düşmüş, her yere kar yağmış. İstanbul'da da gece çok soğuk olmuştu hatırlıyorum kaloriferleri baya açmıştım. Çok korkutucu bir fırtına da olmuştu. İşte o soğuklarda bahçedeki tüm çiçekler bir gecede yanmış.
Ağaçların niye böyle olduğu anlaşıldı.
Ağaçlarda bol bol çicek var ama hepsi pörsümüş sönmüş. Aslında bu çiçeklerin hepsi de ölü çiçekmiş.
Zaten yol boyu ağaçlarda bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. Bahar geldi canlı canlı rengarenk olması gereken ağaçlarda bir sönüklük bir cansızlık vardı. Demek ki hepsi de ölmüş.
Kiraz bahçesinin sahibi öyle üzgündü ki anlatamam.
Biz de çok üzüldük elbette.
Zaten kahvaltıda köylü ablalar bu sene meyve yiyemeyeceğiz demişlerdi. Hatta şimdilik akibeti belli değil ama ayçicekleri de yanmış olabilirmiş. O zaman seneye ayçiçek yağı fiyatları uçuşa geçer demişlerdi.
Bahçeyi içimiz buruk dolaştık.
Burada bir sürü kaz ördek tavuk var. Çeşit çeşit cins tavuk horoz var.
Yumurtalar bile değişik değişik. Mesela bir tane yumurta mavi idi onu siyah renkli yine cins bir tavuk yumurtluyormuş.
Arkadaşlar hep taze yumurta aldılar. Ben götüremem diye almadım.
Buradan çıkınca Kaynarca'ya geldik.
Burada temiz bir su çıkıyormuş. Hatta rivayete göre bu su ta Tuna'dan geliyormuş. Çünkü sadece Tuna nehrinde bulunan endemik bir balık bir de bu nehirde görülüyormuş.
Orada biraz oturduk. Bize çay ikram ettiler.
Çoban ve asasının hikayesini dinledik.
Burası bir köy ama köyün içinde 2 -3 tane balık restorant var. Anlayamadık bu nasıl bir köy.
Burada bir adamdan yeşil mercimek ve nohut aldım. Her ikisinin de kilosu 100 TL idi. Sırf yerel üretim diye aldım bakalım nasıl çıkacak.
Sonra köyü dolaşmaya başladık.
Tertemiz bir su köyden geçiyor.
Gide gide değirmene geldik.
O sırada ileride suyun içinde 2 leylek gördük. Sonra tarlaya uçtular.
Suyla çalışan değirmen aktif olarak hâlâ kullanılıyor. Değirmeni bir kadın işletiyor. Nohut mısır siyez kara buğday ve daha pek çok çeşit un vardı. Arkadaşlar değişik değişik epey un aldılar. Ben taşıyamam diye almadım.
Buradan da çok eski çağlardan kalma bir mağara kilisesine geçtik.
Gayet bakımsız pis köhne bir yerdi.
Sonra da dilek çeşmesini gördük. Buraya yalnız gelen bir sonrakinde eşi ile geliyormuş. Kısmetim açılsın diye suyundan bol bol içmeyi ihmal etmedim elbette.
Sonra da köyden çıktık. Köyün epey ilerisinde düzlük ama bol taşlı bir yer vardı. Orada servisimiz durdu. Aracın içinden etrafı seyrettik. Burada bir sürü yer sincapı var. O kadar çoklar ki. Sevimli pofuduk kuyrukları ile bir oraya bir buraya pıtır pıtır dolaşıyorlardı.
Burası yer sincaplarınin üreme alanı imiş.
Sonra güzel güzel meşe ormanlarından geçtik.
Değişik ağaçlar gördük.
Hayatımda ilk kez büyük kanatlı bir kuş ( bir doğan ya da şahin olabilir belki de bir kartal şimdi bilemedim ) gördüm.
Meşe ormanlarından geçerken yerlerde bir sürü pembe mor anemonlar vardı. O kadar çoklardı ki.
Ben burada bir tane gorunce yüz fotoğrafını çekmiştim. Burada her yer anemon doluydu.
Sonra bir göl kenarında durduk. Anemonları çektim. Aynı zamanda bir sürü kara çalı vardı. Kara çalılar kupkuru idi ama dikenli ve salkım saçaktı. İlk kez gördüm.
Anemonlar ise muhteşemdi.
İlerde 60 metre derinliği olan bir de göl vardı ama ben bakmadım. Anemonlara dalmışım.
Buradan da Evciler Köyü'ne geldik. Bu köyün de duvar çizimleri meşhurmuş. Kudret Torun diye bir kadın köyü boyamış.
Sonra ilerde kendisini de gördük. Çok şaşırdım. Çünkü Kudret Hanım köylü kadınlara hiç benzemiyordu. Meğer İstanbul'da Mercedes'te yıllarca çalışmış emekli olunca da eşinin köyü olan buraya yerleşmiş.
Gayet donanımlı kültürlü konuşması duruşu düzgün hoş bir bayandı.
Köyde yaşamaktan gayet memnun olduğunu herkese tavsiye ettiğini söyledi.
Sonra Pınarahisar'a geldik. Burada bir restorantta yemek yedik. Ben döner ayran istedim. ( 375 TL)
Burada Pınarhisar'da Sadullah Koloğlu diye biri yaşamış. Hayat hikayesini dinleyip yaptırdığı ilkokulu da gördükten sonra artık dönüş yoluna geçtik.
Yolda bir peynirci dükkanına girdik. Çeşit çeşit peynir aldım. İsli peynir, Tom ve Jerry'de ki gibi büyük büyük delikli mihaliç peyniri, güzel yağlı inek peyniri. Daha da alacaktım ama tek basınayım kim yoyecek bu peynirlerj deyip kendimi durdurdum. Ama şu anda yaban mersinli bir peynir vardı onda da gözum kaldığını farkediyorum. Kasada bir baktim herkes manda yogurdu alıyor hadi ben de alayım dedim. Bir de cevizli helva aldım.
Arkadaşlar bir de pancar pekmezi aldı. Benim pekmezle aram yoktur o yüzden onu es geçtim. Bir de herkes şişe şişe hardaliye aldı. Hardaliye üzüm vişne yaprağı ve hardal tohumundan yapılmış alkolsüz bir içecek.
Tadım yapıldığında bir yudumu zor içtim. En son Kayseri'de denediğim gilaburu'da bu kadar hayal kırıklığına uğramıştım.
Sonra devam ettik. Uzun bir yolculukla geri döndük.
Tur arkadaşlarımızla dönüş yolunda muhabbet ettik.
Herkes be kadar da iyiydi.
23:30 gibi evdeydim.
Ölmüşüm yorgunluktan.
....
Bugün gezimiz güzeldi. Gezi arkadaşlarım çok çok iyiydi.
Köyler gördük. Trakyayı şöyle bir dolaştık. Kırklareli ile ilgili epey bir fikir sahibi oldum.
ıyi ki de katılmışım bu tura.
Lakin yeniden katılmak isteyeceğim bir gezi değill. Bir kez gezdim gördüm tamam benim için yeterli.
İstanbul Kazan Ben Kepçe 1750 TL
Kahvaltı 300
Öğle yemeği 375
Nohut mercimek 200
Vize Peynirci 770
GÜZERGAH
Ertuğrul Köyü Kahvaltı
Fatma Efe'nin Evi
Ertuğrul Köyü Kültür Evi
Kanola Tarlaları
Kiraz Bahçesi
Kaynarca
Yer sincabı üreme alanı
Evciler Köyü
Pınarhisar
Vize Peynirci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder