Güzergah -II-
* Aya İrini
* Arasta Çarşı
* Büyük Saray Mozaikleri Müzesi
* Hipodrom (At Meydanı)
* Anıt Sütunlar
* İbrahim Paşa Sarayı
* Yere Batan Sarnıcı
* Million Taşı
* Gülhane Parkı
* İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi
* Osman Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi
12.07.2021 Pazartesi
Geçen perşembe ilkini gerçekleştirdiğim Tarihî Yarımada Gezisi'ne bugün devam edeyim dedim.
Geçen sefer trafik illallah ettirdiğinden bugün metro ile gitmeye karar verdim. Sabah önce Başakşehir'e gittim, arabayı güvenli bir yere park ettim. Oradan Kirazlı metro ile Kirazlı'ya, Kirazlı'dan aktarma, Aksaray metro ile Aksaray'a, Aksaray'dan da Yusufpaşa tramvayına aktarma derken nihayet Gülhane'ye gelebildim.
Tamam bugün trafik stresi ve daha da streslisi arabayı nereye park edeceğim stresini yaşamadım. Aynı zamanda dönüş yolunu da düşünmüyorum. Metro ile gelmek bu açılardan oldukça avantajlı ama bu sefer de daha geziye başlamadan yollarda epey yoruldum.
Yine de madem buraya kadar geldik yorgunluğu yok sayıp yola devam edeceğim.
Gülhane'de tramvaydan inince Osman Hamdi Bey yokuşundan Topkapı Sarayı 1. Avlu'ya geçiyoruz.
Bu yokuş İstanbul'da çok sevdiğim yollardan bir tanesidir. Gülhaneden geçip çınar ağaçlarının ve arkeolojik parçaların arasından Topkapı Sarayı'na çıkıyoruz.
Bugün ilk durağımız Aya İrini Kilisesi.
İstanbul'a geldiğimden beri bu mekanda sayısız konser verildi. Hep gelmek görmek bu mekanı yaşamak istedim ama şimdiye dek gitmek görmek nasip olmadı.
Nihayet bugün içeriyi görebileceğim için sevinçliyim.
Fakat girişte bilet alırken görevlinin uyarması ile kilisenin pek çok bölümünün restorasyonda olduğunu öğreniyor içeri girmekten vazgeçiyorum.
Zaten pek çok tarihî yer restorasyonda. Aya İrini'yi keşfetmek de sonraya kalsın.
Topkapı Sarayı'ndan çıkıp Arasta Çarşı'ya geçiyoruz.
Sanırım ben bu taraflara hiç uğramadım. Buralara geldiysem de hiç hatırlamıyorum. Çarşı gayet hoş. Gayet güzel iznik çinileri hat tablolar minyatürler halılar takılar baharatlar lokumlar... İnsanı cezbeden pek çok güzel şey var. Birgün cebim dolu geleyim de buradan biraz alışveriş yapayım.
Arasta'da gezerken çarşının içinde kalmış olan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'ne geçiyoruz.
Buraya ilk kez geliyorum. Hep adını duymuş, merak etmiş ama ziyaret etmeyi şimdiye dek ötelemiştim.
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi pek bilinmeyen reklamı pek yapılmayan bir yer. Her zaman oldukça tenha oluyormuş. Bugün müzede benden başka sadece iki kişi vardı.
Müze MS 450-550 yıllarındaki Doğu Roma İmparatoluğu zamanında yapılmış olan sarayda kullanılan mozaikleri sergiliyor. Eskiden Büyük Saray buralarda imiş.
Müzeyi oldukça etkileyici buldum...
Bu mozaiklerin en az 1500 yıllık olduğunu düşünürsek ürpermemek elde değil.
Bu mozaikler o zamanki insanların hayata bakışlarını yaşama biçimlerini gösteriyor.
Etrafı bizden çok farklı görüyor farklı hissediyorlarmış bence...
Mozaiklerde genellikle av avcı ilişkisi tabiat doğa olayları işlenmiş. Geyik avlayan aslanlar, aslan ile savaşan fil, yılan dişleyen atmaca, otlayan atlar, koyunlar, devenin üstünde çocuklar, balıkçıl kuşu, erik ağacı, avlanan insanlar...
Kısaca mozaiklarde canlı kıpır kıpır bir doğa var.
Bu fotoğrafı Defneciğim için çektim. Atları çok sever kendisi...
Bugün buraya iyi ki de gelmişim.
Beğendim.
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'nden ayrılıp Arasta Çarşı'dan çıktığımızda kendimizi Sultanahmet Meydanı'nda namı diğer At Meydanı'nda Roma dönemi adı ile Hipodrom'da buluyoruz.
Bu meydanı da oldum bittim çok sevmişimdir.
Önce anıt sütunları inceliyoruz. Örme Dikilitaş, Delphi Apollon Tapınağından getirilmiş olan yılanlı sütun, Karnak'ta Amon Ra Tapınağından gelmiş olan Obelisk.
Anıt sütunları inceledikten ve hakkında yazılanları okuduktan sonra İbrahim Paşa Sarayı'na yani Türk-İslam Eserleri Müzesine geçebiliriz.
Bu Sarayı o kadar seviyorum ki içeri girer girmez çok mutlu oluyorum. Burada çok ama çok güzel sergiler gördüm belki de o yüzden...
Şu anda da "İnanç ve Sanat " sergisi var. Gayet hoş bir sergi.
Bu küçük sarayın ortasında bir bahçe etrafında da odalar var. Aslında burası bir saraydan ziyade şehrin ileri gelenlerden birinin mütevazi evi gibi...
Bahçeden çok güzel Sultanahmet Manzarası görünüyor. Pargalı İbrahim ise baktığında daha farklı görüyordu tabii ki. O zamanlar Sultanahmet henüz yapılmamıştı.
Bu sarayda daha çok bir yuva sıcaklığı var gibi geliyor bana.
İç düzenleme bahçe kafeterya düzenlenmesi mükemmel. İlk girdiğiniz anda yumuşak havayı sıcaklığı hiasedebiliyorsunuz. Hatta burayı kim düzenlemişse İstanbul'da tüm tarihi yerleri düzenleme işi bu kişiye verilsin. Gerçekten işini iyi yapıyor.
Bu arada müzeyi gezerken bir şey farkettim: Bazı eserler yerlerinde yok. Eskiden bir eser yoksa yerine " Bu eser filan şehrindeki filan sergisinde sergilenmektedir " gibi bir yazı konuluyordu. Şimdi sadece bir boşluk var. Herhangi bir bilgilendirme yok. Dün gece Türkiye'den pek çok tarihi eserin yurtdışına kaçırıldığını öğrendim. Hemen boşluklar aklıma geldi. Acaba olabilir mi? Umarım bu haber gerçek değildir.
Müzeyi gezdikten sonra son olarak hediyelik eşya bölümüne uğradım.
Genelde böyle mutlu mutlu ayrıldığım yerlerden hediyelik birşeyler alırım o günün anısına.
Kartondan bir kitap ayracı bile 21 TL olmuş. Evdeki tüm ayraçları güzel bir yere koyayım bari, Defnenin elinden alıp koleksiyon yapayım. Evimde bir servet yatıyor da farkında değilmişim
Kartpostallar ise 23 TL. Hiç bir şey almadan çıkıyorum. Buraya çok şey yazmak istiyorum ama yazmayacağım.
"Yetim sırtından doyan doyana
Gönül bu oyuna nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi"
Sırada Million Taşı var ama etrafını restorasyon sebebi ile çevirmişler görünmüyor.
Ardından Yerebatan Sarnıcı'na geçiyoruz. Fakat Sarnıç da restorastonda...
Fikrimi değiştiriyorum; İstanbul'u gezmek için çok kötü bir zamanlama seçmişim. İstanbul dev bir şantiyeye dönmüş.
Buraya da elveda dedikten sonra Gülhane'ye geri iniyoruz.
Bugün Gülhane parkı oldukça güzel ve bakımlı idi.
Sadece ismi üzerinde Gülhane... İnsan bol bol gül görmek istiyor ve nitekim 5-6 yıl önce bol bol gül fidanı dikilmişti. Burası yakında çok güzel olur diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama şu anda Gülhanede bir tane bile gül yok.
Burada bir çay molası verdim.
Çok yorulmuşum.
Baya oturdum dinlendim.
Bu sırada sıcak da iyiden iyiye bastırdı.
Bir bardak çay da bana yetmedi. Aslında çok yorulmuş olmama rağmen parkın sonuna kadar yürüyeyim oradaki çay bahçesinde bir semaver söyleyeyim diye aklımdan geçirdim. Gülhane parkının sonunda hoş bir çay bahçesi ve eşsiz bir deniz manzarası var. Eskiden arkadaşlarla sık sık gelirdik buraya.
Hadi bismillah deyip kalktım parkın sonuna kadar yürüdüm ama çay bahçesi falan yok.
"Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde"
Hem çay bahçesi yok hem de alüminyum bloklarla çevresini kapatmışlar yani manzara da yok.
Gerçekten de İstanbul'u gezmek için hiç iyi bir zamanlama değil.
Manzara yok ama alüminyum bloklara nazır maşallah her bir köşede her bankta her ağacın altında genci yaşlısı turisti yerlisi türbanlısı sakallısı oturan ayakta pek çok çifte kumru Gülhane'yi işgal etmiş. Gülhane resmen aşkhane olmuş.
Dönüş yolunda yine bir çifte kumrunun isyankar " hadi bir an önce çek fotoğrafını da çek git görüyorsun sevgilim var yanımda " bakışları altında ilk kez gördüğüm bu sütunun da fotoğrafını çektim.
Bu Gotlar Sütunu imiş
İstanbul'daki en eski abide imiş böylece bunu da öğrenmiş olduk.
Geri dönüş yolunda artık oldukça yorulmuş olmama rağmen İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'ne de bir gireyim daha da gelmeyeyim buralara dedim.
İyi ki de burayı aradan çıkarmışım çünkü ben bu müzeden hiç bir şey anlamadım. İyi ki de sadece burayı gezmek için bir gün ayırmamışım. Müzede bir sürü şey var eminim hepsi de çok değerlidir ama ben tüm bu malzemelerin ne işe yaradıklarını anlayamadım. Daha da geleceğimi zannetmiyorum. Öğrencilerimi de getirmem.
Müzeden çıkınca son olarak da Alay köşkünü fotoğraflayayım gideyim artık dedim. Ama burası da Osman Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi imiş. E hadi burayı da bir göreyim dedim.
Burası bir kütüphane . Ama aynı zamanda bir köşk; Alay köşkü. Padişahlar asker alayı geçit törenini izlemek için buraya gelirmiş. Benim çok hoşuma gitti. Hatta gezerken Defneciği kesinlikle buraya getirmeliyim diye düşündüm. Bence insanın hayal gücünü çok geliştiren bir yer... Camın kenarında oturup Gülhane'ye karşı bir kitap okuyabilirsiniz. Müzede kimseler yok. Rahat rahat vakit geçirebilirsiniz yani. Ben açılmış olan bir kapıdan surların üstüne atlayıp koyu ağaç gölgesinde tramvayları Babı Saadet ve Gülhane'yi seyrettim. Güzeldi. Tabii bir müddet sonra beni farkettiler ve uyardılar. Surlara çıkmak yasakmış.
Burayı da gezdikten sonra artık bir adım daha atacak halim kalmadığı için tramvaya atlayıp eve döndüm.
Bugün neredeyse 13 km yürümüşüm. Kendimi tebrik ediyorum.
Ama bunlar genç işi diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Normalde insanlar böyle gezdikten sonra eve gelir ayaklarını uzatır çektiği fotoğraflara bakar, çayını içip dinlenir. Bir anne olarak ben ise eve gelmeden önce alışveriş yapmam, sonrasında ise Defne ile oynamam sonra onu parka çıkarıp dönüşte de yemek yapmam gerekiyor. Şu an Defne'yi yeni uyuttum. Balkonda çamaşırlar, mutfakta bulaşıklar beni bekliyor. Her yer darmadağın ve ben oturmuş bunları yazıyorum çünkü ayağa kalkamıyorum.
Yine de pek çok yeni yer gördüm yeni şeyler ögrendim.
Kendimi tebrik ediyorum.
Herkese mutlu umutlu günler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder