5/01/2025

BEYKOZ-YALIKÖY TURU

 27.04.2025 Pazar

Bugün İstanbul Kazan Ben Kepçe İnstagram grubum ile Beykoz-Yalıköy Turu'na katıldım.

Bu sabah çok erken uyandım. Hava çok güzel görünüyordu. Parlak bir güneş masmavi bir gökyüzü. Çok güzel bir bahar sabahı. Rahat rahat hazırlandım. 07:45 civarı yollardaydım. Bu günlük güneşlik pazar sabahı yollar o kadar açıktı ki hiçbir yere takılmadan sakince Beykoz'a kadar geldim. Köprü trafiği bile yoktu.

Karşıya yaklaşırken ama hava bozdu. Gökyüzü bulutlarla kaplandı. Boğaz gri ve kasvetli görünüyordu.

Genellikle Kayaşehir'de hava bozuk olsa da Boğaz'a geldiğimizde hava açar içimiz ferahlardı. Bu sefer ters oldu.

Beykoz Abraham Paşa Korusu'na arabamı parkettiğimde saat 08:30 civarıydı.

Biz grubumuzla 10:00'da buluşacaktık. 

 

Hava oldukça kapalı, soğuk ve nemli. İnsanın üstü başı ıslak ıslak oluyor. Kayaşehir'de bu sabahki güzel hava ile hiç alakası yok yani buranın. Sabah iyi ki de son anda montumu almışım. Yoksa donardım bu soğukta.

Koruya ayak basınca o taze mis gibi havayı alınca yine de içim açıldı.

Çok güzel bir sabah.  

Sessiz sakin...

Henüz kimseler yok. 

Ne çocuk ne araba sesi.

Sadece kuş sesleri.

Artık bir kaç kuşu sesinden ayırdedebiliyorum.

 Koruda ilk olarak karşıdan ne zaman buralara gelsem duyduğum büyükbaştan kara sesini farkettim. 

Büyükbaştankara kuş sesi burada.

Sonra da ispinoz sesini ayırtedebildim.

İspinoz kuş sesi burada.

Bu iki kuşun sesini tanıyabildiğim için de çok mutlu oldum.

 Baktım buluşma saatine daha çok var bari bir çay içeyim dedim.

Beykoz Korusu Sosyal Tesisleri'ne girdim. Bir kağıt bardak çay bir dilim cevizli havuçlu kek aldım. (57 Lira)

Bahçeye oturdum. Hem kahvaltımı yaptım hem de korunun mis gibi havasını içime çektim hem de kuşları dinledim. Koskoca bahçede tek başıma idim.

Sonra da biraz da sahilde takılayım dedim geze geze buluşma yerine yani İshak Ağa Çeşmesi diğer adı ile Onçeşmeler'e geldim. 

Ben buralara ilk kez geliyorum.

İshak Ağa çeşmesi muhteşemmiş.

İstanbul'da böyle bir yer varmış da haberim yokmuş.

İstanbul'da keşfedilecek daha ne güzellikler var her geçen gün yine yeniden şaşırıyorum.

Onçeşmeler yani İshak Ağa Çeşmesi Türk çeşme mimarisinin bir  şaheseri. 

 Topkapı Sarayı önündeki çeşme, Üsküdar Meydan Çeşmesi ve burası. Benim İstanbul'da gördüğüm en güzel çeşmeler.

 Buralara zaten çeşme denemez çeşmelerin sultanı desek yeridir.

Çok sevdiğim ressam Hoca Ali Rıza da bu çeşmeyi bu şekilde resmetmiş.

Ayrıca İstanbul'da akan bir çeşme görmek çok tuhaf.

Buraların eski halini hayal etmek ise oldukça keyifli.

Uzun bir müddet bu çeşmeyi inceledim.

8 tane mermer sütun, kubbede işlemeler,  çok güzel bir hat, mermer basamaklar, yüzyıllardır durmaksızın akan on lüle. Lüleler orjinal mi bilmiyorum ama Hoca Ali Rıza'nın resmindeki gibi görünüyor.

Sonra sahile indim. Biraz da oradan manzaraya baktım.

Böyle böyle zaman geçti.

Saat 10'da rehberimiz Tahsin Bey'le buluştuk.

Bugün 14 kişiyiz. İçlerinden 2 tanesini daha önceki turlardan hatırlıyorum.

Tanışma faslından sonra önce Beykoz'un tarihini dinledik sonra da Onçeşmeler hakkında bilgi aldık.   

Sonra Beykoz Merkez Serbostani Mustafa Ağa Camisi'ne geçtik.

Cami küçük sevimli bir cami. Sonradan yenilenmiş. İçerisi oldukça güzel bakımlı. Ahşap işçilikli, sütunları bile ahşap ya da ahşap kaplama, sıcak huzurlu bir cami. Beğendim. 

Daha sonra Beykoz Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Şiir Müzesi'ne geçtik.

Buradaki görevli deprem nedeni ile salı gününe kadar ziyaretin yasaklandığını söyledi. Rehberimiz zaten az kişi olduğumuzu ve bir yetkili ile görüşmesini rica etti. Görevli herhangi bir yetkiliye ulaşamadı. Gruptakiler de uzaktan geldik vs dedi. Görevli de  "Peki inisiyatif alıyorum." dedi ve bizi içeri aldı.

Şiir müzesi çok hoştu. 

Ahşap bir Osmanlı köşkünü müzeye çevirmişler. 

Ben başta şiirlerden ziyade bir Osmanlı köşkü nasıldır onu inceledim. Çok beğendim.

Önce bir odada Mehmet Akif Ersoy'un hayatını sırayla okuduk. Bu sırada şiirlerine de göz gezdirdim. Ne kadar da çok sevdiğim Mehmet Akif şiiri varmış.

 Sonra Mehmet Akif'in ilk şiirlerinin orjinal ilk basımlarıni gördük. Şiirlerinden okuduk. Sonra diğer odadan şairlerden şiirler okuduk.

Başka bir odada şairlerin diğer şairlere yolladığı mektupları okuduk ve başka bir odada ise şairleri kendi seslerinden şiirlerini dinledik.

Bol bol şiirli vakitten sonra buradan çıktık. 

Görevli bizimle gerçekten güzelce ilgilendi.

 Gruptaki arkadaşların hep şiir hep şiir çok sıkılacağını düşünmüştüm ama herkes burayı çok beğendi. 

İyi ki de girdik girmese idik çok şey kaybedecektik dediler ki hiç beklemezdim.

Ben de çok beğendim. 


" Dün sabaha karşı kendimle konuştum.

Ben hep kendime çıkan bir yokuştum."

Özdemir Asaf

...

Daha sonra Hafız Mehmet Efendi Tekkesi'ne geldik ama kilitli idi. 

Mareşal Fevzi Çakmak'ın oturduğu özelliksiz sıradan apartmanını gördük.

Sonra Beykoz sokaklarını gezmeye başladık.

Bu sırada etrafı alüminyum plakalarla kaplı harabe olmuş çok eski bir yapıya geldik. Bildik bir ev kapısı gibi büyük metal bir kapısı vardı. Sonra farkettik ki kapıda haçlar varmış.

Burası Aya Paraskevi Rum Ortodoks Kilisesi imiş. Kapıyı çaldık ama kimse yoktu.

Sonra iki adam geldi. Hemen kapı açıldı.  Meğerse içeride ayin varmış o yüzden kimseyi içeri almıyorlarmış. O gelen iki adam da sivil polismiş. 

Bu kadar harabe bir yerde ayin yapılması da bir garip.

Buradan çıkıp Surp Nigoğayos Kilisesi'ne gittik.

Burası Abraham Paşa Korusu'na yakın bir Ermeni kilisesi.



Buradan çıkıp Abraham Paşa Korusu'nun iki yanı çınarlı güzel yolundan yukarı çıktık.

Beykoz Cam ve Billur Müzesi'ne gittik.

 (Ögretmenler: 50 TL)

Burası eskiden Abraham Paşa'nın ahırlarının olduğu bölge imiş. 

Ben ahır denilince küçük minik bir yapı bekliyordum. 

Büyük harika güzel ağaçlarla dolu büyük bir arazi ve içinde çok güzel restore edilmiş müze var. 

Müzeyi rehber eşliğinde gezdik. 

Camdan tarihi çok eski eserler, cam vazolar, sebiller, muhteşem avizeler, aynalar, koku şişeleri, bardaklar, suluklar, tablolar, hatta camdan bir piyano ve camdan sandalye vardı.

 Çok hoşuma gitti.


Yukarıdaki vazolar laledan imiş. 

Lale soğanından sadece bir tane lale çıktığı için lale Allah'ı temsil eder. Bir tane laleyi ise sadece bir tane alacak bir vazoya koymak gerek. İşte tek bir lale için yapılmış vazolara laledan deniliyormuş. 


Çeşit çeşit camdan şaheserler var bu müzede.


Burası eskiden ahır olduğu için bir de saltanat arabası koymuşlar.
 
Fotoğraftan anlaşılmıyor ama öyle süslü sanatlı bir araba ki hayal etmek etsem bu süsü bu şatafatı hayal edemezdim.

Sonra bu güzel ağaçlı yoldan geçerek bu güzel bahçeden çıktık. 

Abraham Paşa Korusu'na girdik. Oradan kuş sesleri eşliğinde papatyaları ezmemeye çalışarak çimlerin üzerinden aşağılara indik.

 Çok yorulmuştuk. Önce bir yemek molası verdik.

Abraham Paşa Korusunun aşağısında Kelle İbrahim caddesinde benzincinin yanında Beykoz Balık Ekmek'e geldik. 

Çok hoş bir balıkçı. Mavi mavi minik tabureler ve masalar var. Gelir gelmez masaya gazete seriyorlar. (Bir yerlerde hâlâ gazete satılıyor demek ki.) Çatal bıçak ise yok. Balığı elle yemek zorundasınız. Ortaya hemen turşu roka soğan salata tabağı koydular. Ben levrek ızgara ve şalgam aldım. Balık oldukça lezzetliydi. Beğendim.

( Levrek ızgara: 400 TL Şalgam: 50 TL )

Masa arakdaşlarım da çok hoştu. Epey bir sohbet ettik.

Balıktan sonra içtiğim çay ise enfesti. Bir restorantta bu kadar güzel çay ömrümde bir kaç kere içmişimdir.

Daha sonra Onçeşmeler Meydanı'na yeniden geldik. Orada banklara oturduk. Tahsin Bey bu sahilde demirleyen Rus gemilerini Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanını anlatıyordu. İsyanı bastırmak için Ruslardan nasıl yardım istendiğini Rusların nasıl zahmetsizce boğazlarda demir attığını yapılan bir tarihi antlaşmayı vs vs  anlatıyordu. 

Bu sırada oradan 25-30 yaşlarında bir adam geldi. Sonra da Tahsin Bey'e " Çok konuşuyorsun. Bu misafirlere bir çay içir bir balık ekmek yedir bir gezdir" vs demeye başladı. Tahsin Bey önce "Tamam kardeşim bak işine sen " vs dedi. Adam ısrarla hep konuşuyorsun gezdir bu ablaları vs dedi. Tahsin Bey adamı sallamadı. Adam kaale alınmayınca anlamsızca sinirlendi. Bunlar benim anam bacım olsa ben gezmelerini isterdim sıkıyorsun insanları bir tekne turu yaptır deyip bağırmaya başladı. Git çay içir balık ekmek yedir dedi yine. 

Bu sırada Mattia Ahmet Minguzzi geldi aklıma. Kötü şeyler olma ihtimaline karşı biz çayımızı içtik haftaya da tekne turu yaparız sağol kardeşim teşekkür ederiz vs deyip adamı sakinleştirmeye çalıştım. 

Bu sırada gruptan bir kadın "Hayır siz kimsiniz de karışıyorsunuz, Size ne? " dedi.

 Bu sefer adam öyle bir diklendi ki her an cebinden çakısını çıkarıp bi katliam yapabilecek gibi tuhaf bir duruşa geçti. Elini cebine doğru uzattı. Hem bize hem Tahsin Bey'e bağırmaya başladı. Hep oturun böyle siz vs dedi. Gruptakiler biz memnunuz hadi kardeşim işine vs dedi.

Adam gurur mu yaptı canı dövüşmek mi istedi bizi zayıf mı gördü yani bir şeyler mi içmiş kafası mı gidik anlamadım. Durup dururken kudurdu. Sonra biz oradan hızlıca ayrıldık. Biz giderken arkamızdan hâlâ bağırıyordu. " Bıktım senden bıktım bıktım sakın gelme buralara istemiyorum seni" diye diye yeri göğü inletiyordu.

Yani durduğun yerde bile bela seni bulabiliyor. Huzurla oturup boğazı seyrederken bile, kimseye bir zararımız yok, serserinin biri gelip nedensizce taciz edebiliyor.

...

Oradan uzaklaşıp Beykoz İskelesi'ne geldik.

Burada Tahsin Bey iskeleyi açtırdı. Boğaz'ı seyrettik.

Burası Boğaz'ın en geniş olduğu yerlermiş.

Burada karşıda Tarihi Beykoz Hamamı'nı gördük. Hâlâ aktif olarak çalışıyormuş.

Bir spor kulübünden ve Ahmet Kelle'den bahsetti ama bu konular hiç mi hiç ilgimi çekmiyor.

Daha sonra Beykoz Dalyan'ı hakkında bilgi verdi.

Yalıköy eski mezarlığını gördük ki burası İstanbul'un en eski mezarlıklarından birisi imiş. Fetihten de önceye dayanıyor tarihi.

Buradan da geçip Orhan Veli'nin evine geldik.

İnsan böyle bir evde otursa ya şair olur ya sanatkar. Pencereden bakıp deniz boğaz görenler ve pencereden bakıp gökyüzünü dahi göremeyenler hiç bir olur mu?

Ev sıradan bir Osmanlı evi. 3 katlı ahşap bir bina. Eminim ki pencereleden deniz görünüyordur. Evden çıkınca da bir kaç dakika içinde Boğaziçi'ne ulaşılır.

Orhan Veli en sevdiğim şairlerden.

Eskiden aman şiir mi bu şimdi derdim onun şiirlerini okurken ama şimdi hiç olmadık yerde olmadık zamanlarda onun şiirleri aklıma geliyor. 

Mesela bu evi görür görmez nedense Orhan Veli'nin Kızılcık şiiri aklıma geldi.

Bu şiiri ilk okuduğumda ne bu demiştim. Ve şu anda ilk bu şiiri hatırlamak da tuhaf.

 Gülümsedim.

Ne alaka ama bütün gün içim bu şiiri söyledi. 


KIZILCIK

 İlk yemişini bu sene verdi;

Kızılcık

Üç tane;

Bir daha seneye beş tane verir;

Ömür çok,

Bekleriz;

Ne çıkar?


İlâhi kızılcık! 

....

PIRPIRLI ŞİİR

Uyandım baktım ki bir sabah,

Güneş vurmuş içime;

Kuşlara, yapraklara dönmüşüm,

Pır pır eder durur bahar rüzgarında.

Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;

Cümle azam isyanda;

Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;

Kuşlara,

Yapraklara.


Sonra Yalıköy'ün tarihi sokaklarını gezdik.

Kırmızı aşı boyalı, sarı, mavi, kafesli, cumbalı, mor salkımlı çok güzel köşkler gördük. 

Yokuşlar çıktık. Arada harika manzaralar vardı.

Tekrar sahile geldik. Ahmet Midhat Efendi Yalısı'nın önünden Boğaz'ı seyrettik.



Burada hemen yalının yanında Kethüda Çeşmesini de gördükten pespembe erguvanları olan bir mezarlığı geçip Beykoz Mecidiye Kasrı'na geldik.


İshak Ağa Çeşmesi'nde yaşadığım şaşkınlığın benzerini bir de burada yaşadım.

Hiç böyle güzel bir yapı beklemiyordum.

 Çok çok hoş bir yer.

İstanbul'da hâlâ yeni güzellikler keşfediyorum. 

Manzara muhteşem. 

Çevre düzenlemesi harika.

Etrafta çok ulu yüzyıllık ağaçlar var.

Köşk de çok güzeldi.

Burayı da gezip tarihini öğrendikten sonra herkesle vedalaştık.

Sonra yeniden Abraham Paşa Korusu'na yürüdüm.

Çok beğendiğim mutlu olduğum bir gezi oldu. 

Dolu dolu bir gün yaşadım. Bir sürü yeni yer keşfettim.

Geziye puanım 10/10

İyi ki de gitmişim.

Gezi ücreti: 600 TL





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder