Bahar geldi nihayet... Ağaçlar çiçek açtı, büyük mutluluk... Pozitif pozitif bir enerji var havada.
Sanki bütün ağaçlar gel beni gör beni diyor. Her birini sanat eserini inceler gibi inceliyorum.(Aslında her biri bir sanat eseri onların) Her birinin fotoğrafını çekmek istiyorum.
Sanki bütün ağaçlar gel beni gör beni diyor. Her birini sanat eserini inceler gibi inceliyorum.(Aslında her biri bir sanat eseri onların) Her birinin fotoğrafını çekmek istiyorum.
Her sene olduğu gibi baharı ilk Hidiv Kasrında karşılamak istedim. O koruyu seviyorum. Oradaki kuş sesleri, sakinlik, o fresh hava hiçbir yerde yok. Sanki İstanbul'dan kalan son güzel şey, son bozulmayan yer, bir hayal alemi.... Güzel bir rüyaya dalıyormuş gibi geziyorum koruyu ve birkaç saat sonra Kayaşehir'e uyanıyorum.
Sabah Kayaşehirde açık berrak bir hava vardı. Yolculuğumuzun ilerleyen kısmında ise kesif bir sis tabakası ile karşılaştık. Hatta sis o kadar yoğunlaştı ki köprüye geldiğimizi zor anladım, köprünün direkleri bile görünmüyordu o derece. Ayrıca Kasıra geldiğimizde büyük damlalar yere düşüyordu. (Yağmur gibi de değildi değişik bir doğa olayı, anlayamadım) İlaveten hava çok soğuktu.
Geri dönmeyi düşünsek de fırsat bu fırsat bir daha yakalayamayabiliriz diyerek etrafa bakmaya karar verdik.
Hidiv kasrı sise ve soğuğa rağmen kalabalıktı.
ve her zamanki gibi çok huzurluydu.
Önce termoslarımızdan birer bardak çay içtik. Yolda aldığımız fırından yeni çıkmış enfes açmalarımızı yedik. Bu sırada Defne yeni doğmuş buzağılar gibi sağa sola koşturmakta idi. Nöbetleşe içtik çayımızı.
2 tur attık kasırda... Daha çok Defne ile oynadık, Aman enerjisini atsın yeni şeyler öğrensin dedik.
Defne o kadar çok yaramazlık yaptı ki bir ara Kemal milleti rahatsız etmeyelim çıkalım gidelim bile dedi. Millet huzur bulmaya geliyor biz ise kafa şişiriyoruz diye düşündük.(Aslında burada bir küfür kullandık da ama buraya yazmayacağım ) Defnecik oradan oraya koşturdu, bağırdı çağırdı, yerlere attı kendini. Kozalak yedi, taş tırtıkladı, kedileri kovaladı, köpeklerle konuştu, kargalara seslendi ,çiçeklere elledi, nergiz sümbül kokladı, uçurumlara doğru gitmek, çamurlara yatmak, havuza atlamak istedi. Köpekleri sevmek için baya mücadele etti. ( Benim hiç köpek kültürüm yok o yüzden dokunmasına müsade edemiyorum. Bu hayvanların huyunu suyunu hiç bilmediğimden yani) Taşları fırlattı, yuvarlandı, her yerini çamur yaptı, ayaklarını ıslattı. Saatler su gibi aktı Defne ile mücadele ederken. Hayret bir şey ki Kemal de ben de resmen perte çıktık ama yine de yorulmadı bizim kız...
Saat 11 30 civarında hava açtı ve ısınmaya başladı. Çok şükür boğazı görebildik yani.
Şu ağaçların güzelliğine bakar mısınız!!!
İşte insanı hayaller alemine sürükleyen bir ev (Ya da bir tesis bilemiyorum)
Bir metamorfoz klasiği olarak ağaçlar arasında görünen deniz. (Çekmesem olmazdı)
Henüz laleler açmamış, sümbüller, nergisler ve hercai menekşeler ama her yerdeydi. Sabah yumuk yumuk olan anlaşılmayan papatyalar ise ilerleyen saatlerde bize gülümsemeye başladılar.
Herkese güzel baharlar dilerim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder