6/21/2025

YEDİKULE-SAMATYA GEZİSİ

15.06.2025 Pazar

Geçtiğimiz pazar yukarıdaki tarihte İstanbul Kazan Ben Kepçe İnstagram grubum ile Yedikule-Samatya Gezisi'ne katıldım.

Daha önce buralara yolum hiç düşmemişti. Merak da etmiyordum açıkçası.

Tur programına bakınca pek de ilginç gelmedi ama buraları da bir göreyim ne var ne yok bir bileyim dedim.

Sabah önce metro ile Bakırköy Özgürlük Meydanı oradan da Marmaray'la Kazlıçeşme'ye geldim.

Kazlıçeşme'yi hep televizyondan duyardım mitingler gösteriler olurdu burada.

Büyük canlı bir yer bekliyordum, Bakırköy gibi bir yer hayal ediyordum. Küçücük bir istasyonmuş etrafta da pek bir şey yok.

Grup ile buluşmamıza 20 dakika vardı. Bir kahvaltı yapayım dedim ama herhangi bir dükkan kafe hiç bir şey yok.

İstasyonun karşısındaki simitçiden bir simit aldım. Çay satan bir yer ise yok. 

Simit ömrümde yediğim en kötü simit olabilir. Bir ısırık alıp çantama attım. Tüm gün de midem bulandı.

İstasyonda grupla buluştuk.

Eskiden çok eskiden burada deri imalatçıları varmış. Deri işleri çok kötü kokarmış. O yüzden de buralarda atölyeler dışında bir yerleşim olmamış. Şimdi deri atölyeleri de yok boş bakımsız bir alan gibi görünüyor buralar.

Bu da Kazlıçeşme'ye ismini veren çeşmenin kaz figürü.

Bu eser yakın bir zamanda çalınmış. 

Kazlıçeşme yani gerçek çeşme uzakta ve ters yönde kaldığı için gitmedik çeşmeyi de görmedik. Rehberimiz attı bu fotoğrafları.

Durakta toplandıktan sonra Yedikule'ye doğru yürüdük.

Neredeyse 36 kişi ile epey kalabalıktık.

Önce dış kaleye geldik. Hisarlar hakkında bilgi aldık. 

Hisarın üzerinde bulunan binlerce yıllık pano da kazlıçeşme panosu gibi yakın zamanda çalınmış.

Buradan Yedikule'ye geldik; Yedikule Hisarı ya da Yedikule Zindanları denilen yere.

Bineal varmış burada ve 11:00 'de kapılar açılıyormuş. Biz de bahçede biraz oturduk.

 Bir sürü şamatacı kırlangıç tepemizde bir o yana bir bu yana hızlı çevik zikzaklar çiziyordu. Sanırım kalenin girintili çıkıntılı cephesi bu kuşlar için doğal bir yuva güvenli bir sığınak oluyor. O yüzden de burada epey fazlalar. 

Biz merdivenlerde oturmuş saati beklerken rehberimiz İbrahim Kanıkara da hisarın tarihini özelliklerini anlattı.

Bu sırada  60-65 yaşlarında tombik bir abla çocukları gelinleri, belki de torunları bilemiyeceğim, 5-6 kişilik grubu ile hiç durmaksızın bağıra bağıra konuştu kahkahalar attı. Grubundan bir kişi bile bir saniye rehberi dinlemedi. Çok saygısız edebsiz bir güruhtu. Diğer insanları haşin alaycı bazılarının ise aşağılayıcı bakışlarını farketmediler bile. Dünyada hiçbir şeyin onların umurlarında olduğunu sanmıyorum.

Saat 11:00 olunca içeri girdik. Hem hisarı gezerken hem de binealin bir kısmını görmüş olduk.

 İçeriye girince önce yenilenmiş bir cami karşıladı bizi. 

Kenarda bineal için oluşturulmuş çadırlar var bir de minik bir kafetarya var.



Önce Altın Kapı'yı gördük; önceden ihtişamlı halini düşünmek heyecan verici.

Daha sonra kuleleri gezdik.

Burası  çok uzun süre bir zindan olarak kullanılmış. Bu yüzden kulelerin birinde kanlı kuyu bir diğerinde yılanlı kuyu var. Birisinde mahkumların kanı akıtılırmış. Yılanlı kuyu ise insanları konuşturmak için varmış. 

Kitabeler Kulesi ve diğer kuleleri gördük.

 II. Osman'ın eziyet edilip öldürüldüğü mahzeni de gördük. Çok acı verici idi. İlginç olan ise buraya ait hiç bir bilgilendirme yoktu. Oysa orada Genç Osman'ın hayatı ile ilgili resimler hatıralar hiç olmazsa " Genç Osman burada öldürüldü." gibi bir uyarı levhası görmek isterdim.

Dışarıda kartal kabartmalı pilonu gördük.

Tepeye çıkıp manzaralara baktık. 

Ne kadar da güzeldi yarabbim.


Üniversite son sınıfta iken Kartal'da denizi gören bir yurtta kalmıştım. 

Bir denize bakmanın insana ne kadar iyi geldiğini o kadar iki biliyorum ki. 

Orada da hep buradaki gibi demirlemiş gemiler olurdu. 

Bazen ders çalışırken bir takanın tak tak tak sesleri gelirdi odaya. Hemen koşup  pencereden bakardım. Ardında 2 tane gitgide açılan bir çizgi oluşturarak yavaş yavaş ilerlerdi minik tekne.

Orada da burada olduğu gibi cazgır kırlangıçlar neşe ile bagırıp çağırıp havada daireler çizerdi.

Büyükada ve önündeki minik ada bazı akşamlar o kadar güzel görünürdü ki tarifi imkansız.

Bir gece sabaha karşı uyandığımda pencereden baktım. Ay sanki dünyaya çok daha yakındı. Işığını gecenin lacivertliğini hâlâ üzerinde taşıyan koyu mavi suya bırakmıştı. Bir yandan da hava kıpkırmızı idi ve kırmızı bir mehtap düşmüştü denize. 

Bana bunu gösterdiği için Allah'a şükretmiştim. 

Bildiğimiz ve bilmediğimiz ne çok güzelliğin var yarabbim demiştim.

... 

Hisarın tepesinde manzara harikaydı.

İndikten ve kalan kuleleri gördükten sonra artık çıkma vakti geldi. O sırada neden geldiklerini anlamadığım sürekli bağırışan kahkaha atan ve hiçbir konuşmayı dinlemeyen gürültücü ailenin annesi aman biraz oturalım öldük bittik dedi ki daha gezinin başında idik. 

Aslında ben de çok yorulmuştum oturup bir çay içmek istiyordum. 

Herkes aynı fikirde olduğu için İbrahim Bey mecbur tamam burada biraz mola verelim ama oyalanmayın daha gezecek çok yer var dedi.

 Hepimiz Yedikule'nin içindeki kafede oturduk.

Ben sadece çay alacaktım ama yan tarafta kurabiyeler o kadar güzel görünüyordu ki - neredeyse herkes aldı bu kurabiyeleden- bir tane de ondan aldım. Uzun zamandır un kurabiyesi yememiştim. Kurabiye tanımımda un kurabiyesi yoktur ama bunlar gerçekten çok taze ve enfesti. Çayın yanında iyi gitti.

Sonra nihayet toplanıp devam ettik. 

36 kişi ile birlikte hareket etmek oldukça güç bu arada.

Önce sahile geçip biraz yürüyüş yaptık Narlıkapı'dan geçtik. 

Buradan biraz daha yürüyüp sahil doldurulmadan önce tam deniz kenarında bulunan bir kiliseye geldik. Buranın kayıkhanesi varmış. Eskiden kayıklarla direkt hastaneye girerlermiş.

Bahçesinde dut ağacı vardı. Arkadaşlar hemen dut yediler.

Zaten bugün nereye gitsek dut ve malta eriği ağaçları vardı.  

Ben de bir tane dut yedim çocukluğumu hatırladım. Aynı çocukluğumdaki tat...

Daha sonra başka bir kiliseye girdik. 

Kilisenin bahçesi çok sevimli idi.

Bugün bir sürü kilise gördük zaten.

 Buralar eskiden hep gayri müslimlerin yeri imiş.

Samatya merkeze gelince öğle yemeği ve namaz arası verildi. 

Her zaman bir yerleri tavsiye ederlerdi rehberler. Bugün İbrahim Bey hiçbir yeri tavsiye etmedi. 

Samatya merkezde pek çok meyhane var. Her yer meyhane. Zengin salaş büyük küçük bir sürü meyhane. Biraz merkezde dolaştım.  Hiç hoşuma gitmedi. Üst tarafları dolaştım her yer bana çok pis göründü.

İlerde Sarıyer börekçisi gördüm. Tam cam kenarı yola bakan bir yere oturdum.

Bir tane patatesli pide ve çay istedim. Sabahki simit gibi pide de korkunçtu.  Uzun zamandır bu kadar kötü ürünler tatmamıştım. Bunlar yüzünden tüm gün midem bulandı.

Çıktım gezecek bir yer de yok buralarda. Zaman geçsin diye sokaklarda yürüyordum ki bir kafe gibi bir yerde bizim gruptan arkadaşları gördüm. Ben de oraya oturdum bir çay söyledim ayıp olmasın diye ama içmedim.

Böyle eziyetli boş saçma bir saat geçirdikten sonra İkinci Bahar dizisinin çekildiği dükkanların onünde buluştuk. Şamatacı edepsiz grup dinleme cihazlarını teslim edip gruptan ayrıldı. Bu kadar dayanabilmeleri bile mucize bence.

Samatya sokaklarında gezmeye başladık.

 Yine bir sürü kilise cami çeşme vs gördük.

Sonra  Davut Paşa Camisi'ni gördük.

En son olarak da Bulgur Palas'a geçtik. 

Burada cihazlarımızı teslim edip gruptakilerle vedalaştık.

Bulgur Palas'ı hep duyuyordum ama bugün gezimizde burası olduğunu bilmiyordum. Benim için bir sürpriz oldu. 

O

Önce binayı gezdikten sonra en üst kata çıktık. 

Manzara çok güzeldi.





Burayı gezdikten sonra yürüye yürüye Yusufpaşa'ya çıktım. Aksaray'dan metroya binip evime geldim.


Çok faydalı bir gezi oldu. Hiç bilmediğim daha önce yolumun hiç düşmediği yerlere gittim.

Yedikule'yi ve Bulgur Palas'ı merak ediyordum. İmrahor İlyas Bey Camisi'nin ne kadar önemli olduğunu bu gezide öğrendim.

Ama bir daha gelmek istemem buralara. Hiç benlik değil buralar. Özellikle de Samatya hiç benlik değil.

Geldim gördüm iyi ki de geldim ama daha da gelmek istemem.


Güzergah:



Tur ücreti:600 TL







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder