3/14/2020

HİDİV KASRI 2020...


14.03.2020

İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden birisi olan Hidiv Kasrı'na dün ilk kez tek başıma arabamla gittim. 

Bizim evden Hidiv Kasrı 54 km ve bu koru diğer yakada. 

 Oraya gidebilmek için çevre yoluna girmem ve köprüyü geçmem gerek.

Yani acemi bir sürücü için baya zor bir yol.


Çevre yolu köprü trafiği derken Hidiv Kasrı'na vardım.  

Zannettiğimden kolay oldu. Rahat bir şekilde gittim yani. Aslında hâlâ gidebildiğime de inanamıyorum. Arabaya karşı nasıl bir önyargı geliştirdiysem içimde hâlâ şu anda bile araba kullanabildiğime inanamıyorum.

Yola çıktıktan sonra gayet rahat bir şekilde koruya varmama rağmen yine de bugün  gerilmedim diyemem. 

Özellikle de yola çıkmadan önce baya  mücadele ettim kendimle.  

 Yola çıkmamak için pek çok bahane buldum. Kendimi ikna etmek biraz zor oldu.

Koruya ayak bastığımda ise o tertemiz havayı alıp kuş seslerini işitir işitmez, bu manzaraya bu seslere bu kokuya değerdi iyi ki de gelmişim dedim.


Hidiv Kasrı her zaman ki gibiydi. 

Her şey  yerli yerinde bıraktığım gibi idi.

 İstanbul'da değişmeden kalabilen nadir yerlerden biri...


İstanbul' a geldiğimden beri her şey o kadar hızla değişti  ve sevdiğim pek çok şey o kadar çabuk yok oldu ki değişmeden kalanlara derin bir bağlılık hissediyorum.

Ve bir gün onlar da yok olacak diye çok  korkuyorum.

Sadece İstanbul'da değil benim çocukken yaşadığım pek çok güzellik bugün artık yok.

Akan tertemiz dereler,

derelerde balıklar,

gerçekten de un öğüten un kokulu bir değirmen,

koyu gölgeli taşlı yollar,

yürürken nane kokusu yayılan yollar,

kekik kokan tepeler,

korkusuzca ve engelsizce dallarını en uzağa  taşıyabilmiş ve dünyanın en güzel  görüntüsüne sahip özgür yabani ağaçlar,

kuzular danalar civcivler,

sarı dolgun buğday başakları ve her rüzgarda dalga dalga dalgalanan buğday tarlaları,

rengarenk kır çiçekleri,

onları narin narin sallayan üşütmeyen hasta etmeyen hafif hafif esen rüzgar,

ve o üşütmeyen rüzgarda kırlarda yatmak hatta şekerleme yapmak,

o rüzgarda tüm bahar çiçeklerini hissetmek,

Kimseler görmeden ağaca tırmanmak, dalından doyasıya dut yemek,

tarladan mısır toplamak,

soğuk suya karpuz atmak,

meşe ağacına salıncak yapmak,

derede kuyruğunu bir o yana bir bu yana atan sazan balığı,

yuva yapmış kırlangıçlar,

değişik değişik öten hayat bağışlayan kuşlar,

ve daha pek çok şey...

Hiçbiri  artık yok ...

Defneye en azından doğal güzelliklerin bir kısmını göstermek bizim hayatımızda artık olmasa da, biz bunları artık yaşayamazsak da en azından bir yerlerde bunlar hâlâ var ya da en azından bir zamanlar vardı diyebilmek istiyorum o zamanlardan bir iz arıyorum ama yok bulamıyorum.

Hepsi, çocukluğumun tüm güzel anıları bir masal olmuş çoktan buraları terkedip gitmiş sanki...

Kızıma gösterebileceğim hiçbir şey kalmamış.

Bir kabus gibi.


Geçenlerde annem ve babamla bizim evin yakınlarında bulunan Şamlar Mesire Alanına gitmiştik.  

Ormanda dikkatimizi çeken şey koskoca ormanda bir tane bile kuş sesi olmayışı idi.

 Ormanda mutlak bir sessizlik vardı. 

Saatlerce oturduk orada ama karga dahil hiç bir kuş sesi duymadık ki bana -burası İstanbul- normal geldi ama annemle babam hayretler içerisinde kaldı.

Çocukken her fırsatta babamın köyüne giderdik. Köydeki evin içine dışarıdaki her ses girerdi. Hayat dışarıda hep canlı canlı akar gecenin en karanlık vaktinde bile içeriye rahat rahat girerdi. Bu bazen koyunların çan sesi olurdu bazen kıpırdanan ineklerin homurtuları ya da bir köpek uluması yahut da bazı gece kuşlarının ürperten sesi olurdu.

Kayaşehir'de bizim evde ise sadece kafanızın  içindeki seslerle yaşarsınız. Dışarı ile yalıtımı iyi sağlanmış camlar içeriye hiçbir sesin girişine izin vermez. Zaten camlar açık olsa bile Kayaşehir'de bizim evde duyacağımız tek şey araba gürültüsüdür. Başkaca da duyacağımız bir ses yoktur.

Bazı geceler durup dururken nedense bir anda zihnim tüm sesleri üstümden atar ve ben bir anda bir boşluk anına gerçekliğin acımasız kucağına düşerim.

Gecenin kör karanlığında aslında yalnız yapayalnızımdır. Öksüz kalmış küçük bir çocuk gibi içim paramparçadır. Yalnızlık öyle bir vurur ki nefes bile almakta güçlük çekerim. Nefessizimdir. O sessizlik yalnızlık salt gerçeklik bir mezar karanlığı kadar korkunçtur. Dört duvar arasındayımdır. Yatakdayımdır. Ve tek başınayımdır. Bir an önce  yeniden hayal alemime geçiş yapmazsam çıldırmamak işten bile değildir bilirim. Dört duvar arasında yatağımda yorganıma sarılır, güzel bir anı ya da bir hayal yakalar yeniden başlarım.

Yalnızlığım ve aslında yapayalnızlığım bir kez daha yenilir.

Umudum baskın gelir.

Sönmeye yüz tutan ışığım fersiz de olsa yeniden ışık vermeye devam eder.

Bu aķşam ne çok depresifim Allahım... 

 Yazdıklarımı silip silip yeniden başlıyorum  güzel şeyler yazayım istiyorum ama her yazdığım bir öncekinden daha karanlık oluyor.


Kayaşehir'de benim eve kuş sesi gelmediği, camları açsam da duyulmadığı, Defneye dinlemesi için akşamları youtube'dan kuş sesleri videosu açtığım için korudaki kuş seslerini kaydetmek bunları akşam Defne'ye evde dinletmek istedim.



Kuşların güzel güzel öttüğü bir yer buldum. Kuytu bir yere geçtim. Kuş  seslerini kaydetmeye başladım.

Bir yandan manzaraya bakıp bir yandan kuş sesleri ile mest olmuşken Hidiv Kasrı'nda biraz ötede gölgelik alanda bahardan mı kuş seslerinden mi yoksa daha olası bir ihtimal aşktan mı mest olmuş bir çift gördüm. O kadar sevgi doluydular ki etraflarına dalga dalga huzur yayılıyordu. Birbirlerine uzun süre sarıldılar sarıldılar... Sonrasında her ikisi de dengesini kaybetti. Sendelediler... Ben de gülümsedim. Aşk sarhoşluğu ile sendelemek  dengeni kaybetmek kaç insana nasip olmuştur ki şu yeryüzünde... Hemen oradan kaçıp onları rahatsız etmemek için başka kuytu bir yer arayacaktım ki bir şey oldu; çiftimiz dans etmeye başladı... Kulak verdim müzik yoktu ama içlerinden gelen müziğe kendilerini vermişlerdi . Kendi kendilerine mırıldanıyorladı. I love you baby trust in me when i say.....

Onlar koyu gölgeli ağaçların altında kuş sesleri eşliğinde dans ededursunlar yavaşça oradan ayrıldım. 

Umarım içlerinden geçen şarkı hiç bitmez.

Ardından başka kuytu bir yer buldum ve kuş seslerini kaydetmeye devam ettim.

Buraya bir tanesini atacaktım ama sanırım blogger ses dosyası kabul etmiyor.

Koruda 2 tur attım. Manzara seyrettim. Çiçekçiye girdim, her bir çiçeği inceledim. Bol bol huzur topladım.

Rahat rahat döndüm. Allaha şükür...

2020 Bahar döneminin ilk gezisi de böyle geçti

Çok  güzel bir gündü.

Herkese bol huzurlu bol çiçekli günler...