6/03/2013

AMED

Mesleğimin 2. yılında iken aynı evi paylaştığım, çok sevdiğim oda arkadaşım Yalova'dan Diyarbakır'a akraba ziyaretine gelmiş.

 Hemen anlaştık ve sabah erkenden buluşmaya karar verdik.


 Mardin'den Diyarbakır 1 saat sürdü.


 Sabah arkadaşımı beklerken her zaman çok hayran olduğum Diyarbakır Ulu Cami'yi izledim.

 Mardin ne kadar sarı ise Diyarbakır o kadar siyah bir şehir. 

Kale, camiler, türbeler, köprüler bir zamanlar Karacadağ volkanından akan lavların soğuması ile oluşmuş kara bazalt taşından yapılmış, aralara ise beyazımsı kerpiç taşı serpilmiş.

 Ulu Cami de siyah beyaz bir cami ve gerçekten çok etkileyici.

 Osmanlı mimarisinden o kadar farklı ki.

 Şimdilik restorasyonda olduğundan güzel fotoğraf çekemedim. 

İnternetten bulduğum bir kaç resimle yetinelim şimdilik.


Ulu Cami detay...  

( Camide hayvan figürüne İstanbul'da hiç rastlamadım. Herhalde bu gelenek Osmanlı öncesine ait.)




Sonra  arkadaşımla buluştuk ve Hasan Paşa Hanı'na gittik. 

Harika bir kahvaltı yaptık. 

Şimdi kahvaltı salonları ile meşhur olan Hasan Paşa Han'ı eskiden bir kervansaraymış.

 İpek yolu tam da buradan geçermiş. 

Zaten eskiden Diyarbakır çok ama çok önemli kültürel merkezlerden biri imiş. Tıpkı Mardin gibi.

Gümüşçüler, tesbihçiler, puşiciler, tabak, çanak, bardak sesi, etrafta tur atan kırlangıçlar, şakıyan serçeler, ayrıca ortaki havuzda şırıldayan su o kadar otantik bir mekan ki leziz kahvaltılıklardan önce ambiyans ve ışık insanı çarpıyor.

 (Aşağıdaki fotoğraf google görsellerden. Biz gittiğimizde ortadaki havuz doluydu.)


Hasan paşa hanında kahvaltı kişi başı 18 TL.


Diyarbakır'a yolunuz düşerse mutlaka sabah erkenden kahvaltıya Hasan Paşa Hanı'na gelin.

Kahvaltıdan sonra hanın alt katına indik.

 Gördüğüm manzara beni çok etkiledi.Aşağıda devasa bir kitapçı var.

  Mardin' de kitapçı yok. İstediğin kitapları kırtasiyeye bildiriyorsun onlar da getirtiyorlar. Burayı görünce fırsat budur dedim aklımda olan bir kaç kitabı da alıverdim. Çok mutlu oldum.


 4 kitaba toplam 56 TL ödedim.

Sonra arkadaşım ve kuzenleri Nilgün ve Şevin'le ara sokaklara daldık.

 Pazar günü olduğundan pek çok yer kapalıydı ama yine de bakırcılar çarşısı ve Mardin benzeri daracık, serin sokaklar hoşuma gitti.  

Buradan da Cahit Sıtkı Tarancı'nın evine gittik. Dört tarafı çevrili bir avlu, avlunun  içinde bir havuz, etrafta ağaçlar... Serçeler havuzda suyla oynuyor, nar ağaçları açmış, Öyle tatlı bir mekan ....

 Restorasyon korkunç olmuş o ayrı mesele ama ben ona değil eskiden buranın ne güzel bir ev olduğunu hayal ederek bahçede oturdum.


 İnsanlar ne güzel evlerde yaşamışlar ya da eskiden ne zevkli insanlar yaşarmış.



Buradan Dört Ayaklı Minare ve Şeyh Mutahhar Cami' ne gittik. Bu sırada sıcaklık  iyice arttı.



Değerlerimizi o kadar hor kullanıyoruz ki bu çok özel minare ve camiyi güzel fotoğraflayabilmek neredeyse imkansız.

  Ya da güzel bir fotoğrafını çekmeyi ben beceremedim. 

İnternetten en güzel bu fotoyu bulabildim.

Ardından surlara geçtik. Öncelikle Zerdüşt Tapınağı'nı gezdik ki bu mekan beni gerçekten çok etkiledi.

3000 yıllık bir mekanmış... 

Sonra da surlara çıktık.


Surlardan Hevsel Bahçeleri.


On gözlü Köprü, fotoğraf google görsellerden

Püfür püfür burcun tepesinde ferahladık bir çay içtik, muhabbet, gülüşler derken artık ayrılma vakti geldi. (Sıcaktan dolayı daha fazla gezemedik.)

Amed ah Amed. 

Yine buluşmak üzere...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder