4/24/2025

ŞEHZADEBAŞI, VEFA ve SÜLEYMANİYE GEZİSİ

 20.04.2025 Pazar

Bu pazar İstanbul Kazan Ben Kepçe İnstagram grubum ile Süleymaniye - Şehzadebaşı - Vefa gezisine katıldım.

Aslında buraları gayet iyi biliyorum ama bir de rehberle gezeyim ayrıntıları da öğreneyim istedim.

Pazar sabahı erkenden 7 sularında uyandım. Defne'yi babasına bırakıp Metro ile Vezneciler'e gittim.

İlk buluşma noktamız Şehzade Camii idi. 

Tam vaktinde oradaydım. 

Grubumuz 25 kişi idi. Bir çift Edirne'den katılmış, bir çift ise Erzurum'dan gelmiş. 

Rehberimiz Halil İbrahim Kanıkara idi.

Tanıştıktan ve dinleme cihazlarımızı da aldıktan sonra turumuza Şehzade Camisi ile başladık.

Önce caminin içini gezdik. Cami hakkında bilgi aldık.

Mimar Sinan'ın çıraklık eseri imiş burası.

 Camiye bakınca bir şehzade için değil de bir sultan için yapılmış gibi. 

 Gerçekten harika bir cami. 

Bu vav harfi Sinan'ın imzası imiş. Camilerinde bu vav harfini hep bir köşeye işlemiş. 

Aynı vav harfini Süleymaniye'de de gördük.

Yeniçerilerin yazdığı ya Allah ya Muhammed Ya Ali yazısı. Ya Ali kısmı zülfikar şeklinde.

Kûfi yazı ile Sübhanallah yazılı burada.

Bu camiyi bin kere görmüşümdür ama caminin minaresindeki nakışları rehberimiz sayesinde ilk kez farkettim.

Nakışlı minarelere ağlayan minareler de deniliyormuş.

Kültür Bakanlığının amblemi oluşturulurken buradan ilham alınmış.

Camiden sonra türbeler kısmına geçtik.

Bu kısma daha önce hiç girmemiştim.

Bir sürü türbe bir sürü mezar taşı var.

Rüstem Paşa'nın türbesi de burada imiş.

Sezai Karakoç'un mezarı da burada.

(Bu fotoğrafı rehberimiz yolladı.)

Haziredeki mezar taşlarını da inceledikten sonra bir yeniçeri mezartaşı da gördük. Kavuklar fesler başlıklar mezar sahibi hakkında bilgi verir ya ben hiç böyle bir kavuk görmemiştim.

Başta yanlışlıkla eğri yapıldığını düşündüm ama meğerse bu da yeniçeri ocağında bir askerî grubu simgeliyormuş.


En son olarak da Şehzade Mehmet'in türbesine girdik. 

Türbesinde mezarının üstünde gayet zarif, güzel bir taht var. Kanunî Mehmet'i çok severmiş ve kendinden sonra onu tahta geçirmek istiyormuş. Erken yaşta Mehmet vefat edince mezarının üstüne bir taht konumlandırmış. 

Mehmet'in yanında ise çok sevdiğim Şehzade Cihangir yatıyor. Nedense Cihangir'in Cihangir'de Cihangir Camisi'nin bahçesinde yattığını düşünürdüm.

Buradan çıktık. Vezneciler boyu biraz yürüdük.

(Bu fotoğrafı rehberimiz yolladı.)

 Buraya Direklerarası deniliyormuş. Günümüzde direk falan yok. Yol yapımı için bu yapılar yıkılmış.

Buradan yürüyünce bir sadaka taşı var ama gerçekte sadaka taşı da olmayabilirmiş.

(Bu fotoğraf google görsellerden alınmıştır.)

Daha sonra da İstanbul'un ortası denilen köşeye geldik.

Bu granit sütun eskiden dönüyormuş ama tadilat tamirat çalışmalarından sonra artık dönmüyormuş. Herşeyi mahvetmekte üstümüze yok.

Vefa Lisesi'ni de gördükten ve bilgi aldıktan sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi'ne geçtik.

Burası şimdi Doğu Türkistan Vakfı olarak kullanılıyor. 

Buradaki işletmeci turanyum çayı ve turanyum gazozu icad etmiş. Çayın rengi mavi imiş. Biz gittiğimizde yoktu.

 Normal çay içtim ben. ( Çay: 25 TL) 

Bu arada bu külliyenin adresi çok hoşuma gitti.

Dede Efendi cad. Kalenderhane, Fatih / İst.

Ne alaka diyebilirsiniz ama söylenişi tınısı çok hoş geldi bana.

Çayımızı içtikten sonra yeniden Şehzade Camii'ne doğru yöneldik. 

Caminin bahçesinde ulu ve çok yaşlı bir çınarın etrafının çevrildiğini gördük. 

Burası Helvacıbaba'nın makamı imiş.

 Helvacıbaba cuma namazı çıkışı hayrına helva dağıtırmış ama ne kadar insan gelse de kazanındaki helva asla bitmezmiş.

Sonra da caminin hemen yanındaki Şehzade Mehmet Medresesi'ne gittik. 

Eskiden burası Şehzade Restauranttı. Arkadaşlarla buraya yemeğe iftara gelirdik. Minik odacıklara girerken ayakkabılarımızı çıkarırdık, kenardaki sandıklara koyardık. İçeride bir şömine çıtır çıtır yanardı. Yer sofrasında da bakır sahanlarda yemekler gelirdi. 

Otantik güzel bir ortamdı.

Çok severdim burayı.

Şimdi artık restaurant değil. Atıl boş bir yer gibi görünüyor. Şu anda ne için kullanılıyor bilmiyorum.

Buradan çıkıp Fatih Belediyesi'nin hemen yanında İstanbul'un en uzun isimli camisini gördük.

Bu camiyi de ilk kez görüyorum. 

Caminin ismi Kadı Hüsameddin Çamaşırcı Hacı Mustafa Efendi 18 Sekbanlar Camii.

Burada eskiden bir de Nikah Dairesi varmış ama şimdi yıkılmış. 

Sonra meydanda Burmalı Mescid'i gördük. 

Yine inanamıyorum ama buradan binlerce kez geçmeme rağmen bu camiyi de ilk kez farkediyorum.

Ne kadar hoş bir cami.

Burası Şehzade Camisi'nden de önce yapılmış. Minaresi ise çok sonradan eklenmiş. Atalarımız minareyi öyle uyumlu yapmışlar ki sonradan eklendiği asla anlaşılmıyor.

Anladığım kadarı ile tek parti döneminde burası bir marangoza kiraya verilmiş. Sonradan ise yeniden camiye çevrilmiş.

Bu sırada meydanda 23 Nisan etkinlikleri vardı. Çeşitli kostümler giymiş figuranlar arkadaşım eşşek şarkısını çalıyor ve eşlik ediyorlardı. 

Çocukların bayılacağı bir etkinlikti. 

Burada rehberimiz Valens Kemeri yani Bozdoğan Kemeri'ni anlattıktan sonra Vefa'ya geçtik. 

Önce Vefa Bozacısı'nda durduk.

Ben daha önce boza içtiğimi hatırlamıyorum.(Daha da içmem herhalde)

Kötü bir tat değildi. Aşurenin suyundan yapılmış salep gibi ama daha ekşi bir şeydi. Bu tadı özleyeceğimi sanmam.

(Boza: 60 TL)

Buradan Bilim ve Sanat Vakfı önünden geçtik.

Yıllarca buradaki sohbetlere devam ettim. Ne kadar da çok şey öğrendim. Ufkumu açan bir yerdi. 

Bina ve karşısındaki kütüphane şu anda oldukça köhne ve bakımsız görünüyor. Aslında hâlâ açıkmış ve devam ediyormuş etkinlikler ama benim zamanımda olduğu gibi binanın iç açan parlak temiz hali kalmamış. Ayrıca eskiden önünde sağında solunda temiz yüzlü öğrenciler olurdu şimdi kimseler görünmüyor.

Buradan semte de adını veren Ebul Vefa Hazretlerini ziyaret ettik. 

Bilim Sanat vakfına da yıllarca devam ettim ama tam karşısındaki Ebul Vefa'ya bir kez bile girmemiştim.

 Biraz kuytu ve ürpertici bir yer.

Çok çok eski bir yer gibi ki gerçekten de çok eski imiş. Ta Fatih zamanından kalma bir yer burası.

Rehberle gayet rahat etrafı dolaştık. Meğer burada arka tarafta bir de cami varmış. 

Ebul Vefa da Fatih zamanında yaşamış çok değerli biri imiş. 

Ebul Vefa asla devlet erkanı ile iletişime geçmemiş. Hatta Fatih dergaha bir kaç kez gelmiş ama onunla görüşememiş. "Bizans surlarını yerle bir ettim ama bir gönül erinin tekkesinin kapısından içeri giremedim" demiş Fatih Sultan Mehmet.

Ebul Vefa ile ilgili olarak Bakınız.

Ebul Vefa'nın bir de kedisi varmış ki çok severmiş onu. Öldüğünde ona bir mezar bile yaptırmış.

Bu arada yukarıda çektiğim fotoğrafla kendimi Ara Güler gibi hissediyorum. 

En beğendiğim fotoğraflarımdan biri olabilir bu fotoğraf. 

Eğri büğrü düştü düşecek mezartaşlarının üzerindeki yazıların güzelliğinden belli ki değerli birileri yatıyor burada.

Geçmiş gitmiş bitmiş bir zaman... 

Mezartaşı ile son kez bize bir şeyler anlatmaya çalışan bu insanlar biz de varolduk buradaydık bir zamanlar diyorlar.

Onları hiç mi hiç anlayaman bizler ve ne onu ne bunu umursamayan buranın daimi sakinleri miskin kediler. 

" Her nakışta o mana; öleceğiz ne çare.

Hayattan baskın ölüm, günahtan baskın rahmet. 

O manayı bul.

İlle de İstanbul'da bul.

İstanbul... "

Eski zamanlarda donup kalmış günümüze kadar ulaşmış, korkayım mı huzur mu bulayım tam karar veremediğim bu mekandan çıkınca nedense rahat bir nefes aldım.

 Eski İstanbul sokaklarını gezmeye başladık.

Bu arada çocukluğumdan beri hep duyduğum ama olmasına hiç ihtimal vermediğim şeyi bu sefer kendi gözümle gördüm. Tek parti döneminde burada bir cami bir nalbanta kiralanmış. Camiler ahır yapıldı derler ya eskiler, doğru imiş. 

Cami şimdi restore edilmiş ve hâlâ da tadilat devam ediyor. İçeride nalbantın hayvanları bağladığı halkalar duruyormuş.

Daha fazla bilgi için bakınıź.

Daha sonra yürüye yürüye çok hoş bir  camiye geldik; Molla Gürani Camisi.

(Fotoğraf google görsellerden)

Molla Gürani Fatih'in hocası imiş. 

Burası eskiden bir kilise imiş. Çok güzel bir kilise imiş belli. Sonra camiye çevrilmiş ve Molla Gürani Cami adını almış.

Bu sırada Süleymaniye de ilerde göründü. 

Burası Süleymaniye'nin arka tarafları. Lakin buralar nasıl pis nasıl izbe yerler anlatamam. Tek başına gelmeye kalksam yürünecek gibi değil bu sokaklar. Sanki her an birileri bu terkedilmiş pis tozlu kırık dökük leş kokulu evlerin depoların içine çekiverecek ya da en azından kirli yüzlü bir eşkiya gelip tehdit edilip soyacak gibi insanı tedirgin ediyor.

Bu kadar muhteşem bir caminin arkası binlerce turistin geldiği bu bölge neden böyle akıl sır erdirmek mümkün değil.

Zaten cami de güvenlik gerekçesi ile çoğu zaman boşmuş. Açık olduğunda içeride ateş yakıp mahvediyorlarmış.

Molla Gürani Cami hakkında bilgi aldıktan sonra eski sokaklardan dolana dolana güzel sokaklara geldik. 

İçinde çok güzel konaklar, her bir köşesinde alınlıklarında harika talik yazılarla taçlanmış güzel çeşmelerin olduğu daracık eğrile eğrile ilerleyen tipik Osmanlı sokakları.

İstanbul Üniversitesi'nin hemen arkaları.

Buradan Kirazlı Mescit Sokağı'na girdik.

Kirazlı Mescit Sokağı.

Ne kadar da güzel bir sokak ismi.

Biraz ilerledik ve nihayet sokağa ismini veren Kirazlı Mescid'e geldik. 

Çok beğendiğim bir taş yoldan inerek kuytu gölgelik bahçeye geldik.

Kendimi hemen orada bol çiçekli bir kiraz ağacının altına attım. 

Bu ağaç bu oturduğum yer bu hafif ıslak toprak kokusu o kadar tanıdıktı bildikti ki neredeyse ağlayacaktım.

Sanki başka bir zamanda ben yine tam da burada oturmuş kendimi bir huzur halesi içinde bulmuştum. 

İçimde öyle bir his vardı ki başka bir alemde bambaşka bir boyutta, adımını iyiden güzelden hayırdan başka bir yere atmamış yüzü nur kendi nur teni nur, bakışlarında durulmuş sakinlemiş derin mavi bir deniz oturan biri ile burada bu mahallede ben bir ömür geçirmiştim, kendimden kaderimden rabbimden razı olmuştum.

Bir karadeliğin içinde imişçesine artık nereye gidersem gideyim yönümü nereye çevirirsem çevireyim kaçış yok sadece onun kalbine düşeceğimin bilgisinin emniyetinde huzurla dolu dolu yaşamıştım.

Onun eksik parçasının yerine yerleşmiş  böylece anayurduna kavuşmuş olanların teslimiyeti ile onunla bir ömür mutlu olmuştum.

...

Yan tarafta birbirlerini sevdiği besbelli olan bir çift vardı. Omuzları hafifçe birbirlerine dönüktü ve dizlerinin birer tanesi birbirine değiyordu. Bazen birbirlerinin ellerini tutuyorlardı ama sonra bırakıyorlardı. Onlar da benim gibi başka bir alemde idiler pek de rehberi dinliyor gibi değillerdi. Arada birbirlerine bakıyorlardı ama çok konuşmuyorlardı. Kız bir ara çocuğun yüzünü okşadı. Ama sonra nedense yanlış bir şey yapıyormuşçasına bir anda elini çekti. Adam da ona bakıp gülümsedi. 

Belki birbirlerine söyleyemedikleri şeyler bir dağ gibi önlerinde dikilmiş de artık iletişime izin vermiyordu. Belki de söylenmesi lazım gelenleri inatla söylememek için susuyorlardı. Belki de sadece çok konuşmadan sakince kalpleri ile anlaşıyorlardı. 

Belki de başka bir şey...

Rehberimiz epey birşeyler anlattı onlara bakmaktan hiçbirini de dinleyemedim.

Buradan çıkınca Kalenderhane Camisi'ne geldik.

Burası eskiden kilise imiş. İçindeki değerli freskler müzelere taşınmış. Oldukça bakımsız bir yer ve her an insanın tepesine çökecekmiş gibi duruyor. 

Buradan çıkınca da ara sokaklardan yürüyerek Süleymaniye Cami'ne geldik. 

Önce 45 dakikalık yemek arası verdik.

Ben meşhur kurufasulyecilere girdim. Kurufasulye turşu ve yoğurt söyledim.

Yemek güzeldi.

(Kurufasulye 200 TL Az turşu ve manda yoğurdu 180 TL çay 25 TL)

Daha sonra Çadır Çesmesi'nde buluştuk. Buranın da hikayesini neden böyle çadır biçiminde burada bir çeşme yapıldığını öğrendikten sonra önce türbeler kısmına geçtik. 

Mezar taşlarını inceledik.

Sonra Kanuni Türbesi'ne girdik. 

Kanuni Türbesi 2 kat kubbe ile yapılmış. Sebebi de yukarı bakınca süslü kubbenin desenlerinin arasından ışık süzülüyor. Böylece yukarıda parlayan  yıldızlar varmış gibi görünüyor.

Gerçekten çok hoş bir detaydı.

Kanuni'nin yanında Ahmet Gümüşhanevi yatıyormuş. O da manevi dünyanın sultanlarından imiş.

Sonra da Hürrem Sultan Türbesi'ne gittik.

Bu hazirede bir de Mehmet Zahit Kotku yatıyor. Şimdiye dek her geldiğimde ziyaret etmiştim ama bugün artık çok yorgunum.

Sonra bahçeden manzara ya baktık ki muhteşemdi. 

Burada yine Sinan'ın vav harfini gördük.

Buradan camiye girdik. Caminin yapılışı yapısı düzeni hakkında bilgi aldık.

Temel nasıl da böyle bir tepeye oturtulabilmiş, iç ferahlık, aydınlık, vitraylar, fil ayakları, is odası, bu islerle mürekkep yapımı, deve kuşu yumurtaları, 4 bir yandan getirilen granitler o kadar çok şey var ki bu cami ile ilgili. 

Daha sonra iç avluda sütunlardan birindeki çukurları gördük ki buradan yeniçeri ocağına asker seçilirmiş, yerdeki kırmızı taşları gördük.

Süleymaniye'de iç açluda şadırvan yok. 

Bunu da ilk kez farkettim. 

Şadırvan zannettigimiz şey aslında şadırvan değil. Sinan burada şadırvan yerine suların akışı ile bir sanat eseri yapmış. Lakin burayı restore eden profesor restorasyon sürecinde hayatını kaybedince bu çeşmenin restorasyonu yarım kalmış ve gelenler de eskisi gibi yapamamış. Sinan'in nasıl bir su sanatı yaptığı hakkında ise bir fikrimiz yokmuş.

Buradan çıkıp bahçede çalılar arasında gizlenmiş haç seklindeki vaftiz teknesini gördük.

Burada neden böyle hristiyanlığa ait bir şey var neden zamanında başka bir yere taşınmamış anlayamadım.

Buradan cevahir minaresini yani harcına bir sandık mücevher karıştırılmış olan minareyi gördük.( Hepsinin bir hikayesi var. Cami ile ilgili o kadar çok detay var ki aslında ama yazmaktan artık yoruldum. )

Daha sonra Süleymaniye'nin bir köşesinde mütevazi Sinan Türbesi'ni gördük. Mimar Sinan sanat eserine bir imza atmış. Hem de pergel biçiminde. Mimar Sinan'a bu türbe ile yeniden hayran olup mezarını açıp kafatasını alıp kaybedenlere de lanet okuyup Süleymaniye'nin arka sokaklarından aşağılara indik.

Eminönü'nün ara sokaklardan geçe geçe dükkanları göre göre sahile kadar indik.

Köprünün oralarda ise artık birbirimize veda ettik ki artık bitmiştim.

O kadar çok şey gördüm ve öğrendim ki bugün.

Gayet güzel doyurucu bir gezi idi. 

İyi ki de gelmişim.

Şehzadebaşı-Vefa- Süleymaniye Turu: 600 TL



Güzergah


• Şehzade Camii, Nakışlı Minare, Bilezik Yazıları, Şehzade Türbeleri, Hatice Sultan, Fatma Sultan, Rüstem Paşa, Bosnalı ibrahim Paşa, Destari Mustafa Paşa, Sezai Karakoç, Haziredeki Osmanlı mezar taşları, Helvacı Baba,Bir zamanlar marangoza kiraya verilen Burmalı Mescid, Sadaka taşı, istanbul'un ortası, Nevşehirli Damat ibrahim Paşa Külliyesi, istanbul'daki en uzun isimli cami, 18 sekbanlar mezarlığı, Kalenderhane Camii, Tarihi Çeşmeler, Valens (Bozdoğan) Kemeri, Helvai Tekkesi, Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan, Ahmmed Gümüşhanevi, Turgut Özal'ın annesi, Haziredeki Osmanlı mezar taşları, Haçlı taşın sırrı, Gizli vaftiz teknesi, Bilezik Yazıları, Endam Sekisi, Şadırvan, Hünkar Mahfili, Duvardaki Vav, Sadaka Taşı, Çadır Çeşmesi, is Odası, Cevahir Minare, Mimar Sinan Türbesi, $eyh Ebu'l Vefa Camii, Ebul Vefa Hazretleri Türbesi, Vefa Kilise Camii, Atıf Efendi Kütüphanesi, Nalbant yapilan cami, Vefa Bozacısı, Sevda Gazozcusu, Vefa Lisesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder