9 Mayıs 2019 Perşembe

BÜYÜKADA... 05/05/2019 PAZAR


Geçtiğimiz pazar Büyükada'ya  gittim.

Sabah 5:30 da güneş daha yeni doğarken uyandım. 6:15 Eminönü otobüsüne yetiştim. 7:20 de Eminönündeydim. Sabah bu saatlerde hem de pazar günü yollar bomboş. 7:30 Adalar vapuruna yetiştim çok şükür. Sabahın bu saati Eminönü de çok tenhaydı. Ayrıca deniz çok güzel görünüyordu. Adalar vapurunda ise yine çok kalabalık olmamakla birlikte beklediğimden fazla kişi vardı. 

O gün sabah çok güzeldi. Pırıl pırıl bir güneş vardı. Hava ne çok sıcak ne de çok soğuktu. Tam ideal gezmelik bir hava idi. Sabah çok erken saatte Boğaz, Ayasofya, Sultanahmet Cami, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi kısaca tarihi yarımada o kadar güzel görünüyordu ki. Bir yandan tarihi yarımadayı izlerken bir yandan mis gibi yeni demlenmiş taze çayımı yudumladım bir yandan da sabah fırından yeni çıkmış çıtır çıtır simitimi yedim.

9.05 de Büyükada'da idim.


Büyükada'da ilk farkedilen şey korkunç berbat at pisliği kokusu. ve maalesef tüm gezi boyunca bu kokuya maruz kalıyorsunuz. Zamanla burnum alışır dedim ama yok hiç alışmadı. 

Bu koku sorununa neden bir çözüm bulmuyorlar aklım hiç almıyor. Hem bisikletliler rahat bisikletlerine binemiyorlar hem biz yayalar yolda rahat yürüyemiyoruz hem de atlara yazık değil mi. Her atlı geldiğinde durup onlara yol vermek zorunda kalıyoruz. Ayrıca atlara eziyet ediliyor. Aslında buraya bu konu ile ilgili çok şey yazılabilir ama bu konuyu kısa keseceğim. 




Büyükada çok güzeldi. 
Sabahın bu erken saatinde adalarda kimsecikler yoktu. 
Bomboş huzurla yollarda yürüyorsunuz. Arada ağaçlardan çok güzel kokular geliyor. 
Çok huzurlu ve güzel kafa dinlemelik bir yer.


Adada çok güzel evler var. Bir kaç tanesini çektim. Gayet bakımlı ve hoş görünüyorlar.





Bir keresinde adalara tam mimoza mevsiminde gitmiştim. Herkesin elinde bu çiçeklerden vardı.  O gün de çok güzel bir gündü benim için. Şimdi mimoza mevsimi değil çoktan bitti diye biliyorum ama bu vakte kadar kalabilmiş bu mimoza ağacını kokusundan fark ettim. 
Mis gibi öyle güzel kokuyordu ki.


Bir keresinde de yaza doğru ama yağmurlu bir günde gitmiştim. O zaman da zakkumlar açmıştı. Bizim memlekette -edremitte- doğal olarak dağda bayırda bol bol gördüğümüz zakkumun ne kadar güzel bir bitki olduğunu o zaman fark etmiştim.  O gün yağmur yağmıştı.  O gün de çok güzel huzurlu bir gündü. 

Bir keresinde ise kardeşlerim ziyaretimize gelmişti de 19 Mayıs'ta adalara gitme gafletinde bulunmuştuk. O gün  korkunç kalabalıktı. Kardeşlerimle güzel bir geçirsem de o kalabalığı o faytoncuların deli gibi at sürmelerini, atların çektiği acıyı, o şişmiş damarları soluk soluğa ağızlarından çıkan köpükleri, daha fazla para hırsı için deli gibi atları koştururken tam önümdeki gence çarpan atı ve bence omzu kırılmış olan acı içinde yerde kıvranan genci, dönüş vapurunda ayakta bile yer olmayışı vs vs hiç hatırlamak istemiyorum.  O gün ölsem de bir daha o faytonlara binmem o paragöz faytonculara bir kuruş para kazandırmam demiştim. 
Sakın 19 mayıs'ta adalara gitmeyin.

En son Kemalle 4 yıl önce Büyükada'ya gitmiştik. Kemal daha orada iken ayakları bacakları kaşınmaya başlamıştı ve eve döndüğümüzde acile gitmek zorunda kalmıştı. 10 tane mi ne iğne yemişti de neredeyse 1 yıl boyunca alerji izleri vücudunda kalmıştı. Bir daha da adalara ayak basmam sadece adalar değil ağaçlı böcekli hiçbir yere gitmem demişti.

Bir kere de üniversitede iken arkadaşlarla gitmiştik.
 Vapurda yer bulamadığımızdan yere oturmuştuk. Arkadaşımız ud çalmıştı, biz de şarkılara eşlik etmiştik. Çok güzeldi. O günkü adalar gezisinden sadece bu anı kalmış bende.  


Bu pazar güller mevsimi idi. Aşağıdaki mis kokulu güllerden her yerde vardı. Bitmeye yüz tutmuş mor salkımlar ve artık yapraklanmış ve çiçekleri tek tük kalmış erguvanlarla hoş bir görüntü oluşturuyordu. Akasyalar ise yeni yeni açmaya başlamışlar. 








Nadir görülen mor akasya ağacı



 Uzun zamandır pavlonya ağacı görmemiştim. Bu gittiğimde yakından inceleme fırsatı buldum.


Büyükadaya gitmişken Aya Yorgi'ye çıkmadan olmaz tabii.

Buradan manzara mükemmel. 







 Aya Yorgide küçük bir at kestanesi vardı. Çiçeklerinin fotoğrafını çektim.  Benim şimdiye dek gördüğüm at kestaneleri çok büyüktü. İlk kez bir at kestanesi çiçeğini yakından gördüm.


Dönüş  yolunda da bu hatırayı aldım


   
15 vapuru ile geri döndüm. Tam vaktinde dönmüşüm. Çünkü dönüş yolculuğunda yağmur yağmaya başladı.  Durgun denizin üstünde binlerce iç içe geçmiş halkalar... Bu da ayrı bir güzellik oldu benim için.




Böylece çok huzurlu bir gün geçirdim. 


Tıpkı bekar zamanlarımda olduğu gibi öyle huzurlu mutlu öyle hafif bir gün geçirdim ki ara ara kendimle baş başa kalmaya karar verdim.

 Eve döndüğümde Kemal biraz tavır yaptı ben gelir gelmez gitti yattı vs ama evde kalsaydım nereye gideceğimiz her hafta sonu olduğu gibi bir sorun olacaktı. Orası kalabalık ben gitmem, oranın trafiğine girmem, hava esiyor, hava yağmurlu, hava güneşli, şimdi kalabalıktır oralar öğleden sonra yüzmeye gideceğim ben, nereye gidiyorsak hemen gidelim acele dönelim, pazar pazar niye buralara getiriyorsun beni- sanki başka günümüz var da-  Her hafta aynı bahaneler...

 Ha evde kalsaydım sabah gideceğimiz yer  Kayaşehir Millet Bahçesi olacaktı ki orada çiçek açmış bir tane bile ağaç yok. Bütün ağaçlar yeni ekilmiş gölgesi bile yok, gittiğimizde kabak gibi güneşin altında oturuyoruz.  Bir- bir buçuk saat orada takılıp eve dönecektik. Kemal sonra çıkıp gidecekti ta gece dönecekti ben de evde oturup temizlik yapacaktım, sonunda da geçen bahar gibi ömrümü düşünüp sinirimden ağlayacaktım. 

 Bundan böyle ben hiç kimseyi bir yerlere götürmeye ikna etmeye çalışmayacağım.
  Kendi başıma takılacağım.


Herkese bol çiçekli bol gezmeli huzurlu güzel günler... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder