Ağustos'ta İstanbul'da ne yapılır?
Şimdiye dek her tatilimi Edremit'te geçirdim. Bu sene ise Şubat tatilinde yeni hamile olduğum için şimdi ise hamileliğim ilerlediği için İstanbul'da geçirmek zorundayım.
Ya da ben ne yapacağımı nerelere gideceğimi bilemiyorum.
Benim için yaz demek;
Edremitte ailemle vakit geçirmek demek,
Akşamları evdeysek terasta içilen semaver çayı demek,
Öğleden sonraları bizim ailede tarla dediğimiz Güre'de denize girmek demek,
Deniz sefası sonrası mangal keyfi yapmak demek,
Akşamüstleri kimseciklerin kalmadığı sahilde kumların üzerine çocukluğumdan beri kullandığımız yüzlerce kez yıkanmasına rağmen renginin hâlâ solmadığı kırmızı örtüsümüzü serip dalgaları dinleyip Körfezin öte yanındaki ışıkları seyredip babamın her seferinde mutlaka tüttürdüğü ama sonrasında kardeşlerimin bi el atması ile normal seyrine giren semaverin çayından içip bisküvi yemek demek,
Gecenin ilerleyen saatlerinde Akçay'da turlayıp hiç bir orjinalliği olmayan, Çin malı, ben bildim bileli aynı şeyleri satan tezgahları ilk kez görüyormuşcasına heyecanla eşelemek ama alacak hiçbirşey bulamamak demek,
Sabahları kahvaltıya Edremit meydanında köşedeki simitçiden gevrek gevrek simit almak demek,
Sıcaklardan bunalınca buz gibi karpuzun yanına Edremit' in meşhur kelle peynirini, sepet peynirini mideye indirmek demek,
Kayaşehir'de hiç rastlamadığım, benzerini alsam da lezzet olarak asla Edremittekilerle kıyaslayamayacağım börülce, semizotu, bamya, kabak çiçeği dolması ve çeşit çeşit zeytinyağlılardan bol bol yemek demek,
İstanbulda lezzetinin benzerini bulamadığım Havran ekmeği demek, ya da sokağımızın köşesindeki lahmacuncuda lavaş ekmeği yaptırmak üzerinde tereyağı eritip çayın yanında afiyetle yemek demek,
Gecenin ilerleyen saatlerinde meydanda 24 saat açık olan Beyoğlu Lokantasında benim tavuk suyu ailenin geri kalanlarının bol sarımsaklı bol sirkeli işkembe, paça çorbası kaşıklaması demek,
Çarşıdan eve dönerken askeri gazinonun orada kurulan köylü pazarından inciri çok seven babam için siyah incir alıp ''baba sana incir aldım'' demek,
Her fırsatta Pırasa Cami karşısındaki esnaf lokantası Gülen köftede köfte, piyaz, höşmerim yemek demek,
Her çarşamba hiçbir şey almasam da Edremit pazarını 2-3 kez turlamak demek,
Evde daralınca çarşıya gidip bir turladıktan sonra kuyumcuların oradaki sevimli parkta oturup bazen limonata bazen koruk suyu isteyip çeşmenin yanında her daim hazır bulunan simitçiden mis gibi ev kurabiyesi almak limonata ile afiyetle yemek demek,
Hiç bıkmadan usanmadan gün aşırı Edremitteki ve Akçay yolu üzerindeki tüm dükkanlara uğrayıp bütün bir yıl yetecek alışveriş yapmak demek,
Her sene mutlaka Kadırga Koyuna, Sivriceye, Sokak Ağzına ve Ayvalığa gezmeye yüzmeye gitmek demek,
Kazdağı safari turlarına katılıp şelalelerin Edremit Dağ köylerinin eşsiz güzelliklerini görmek demek,
Enturda kaplıca odası kiralamak demek,
Her sene şuraya mı gitsek buraya mı gitsek planı yapıp sıcaklar bastırınca hepsinden vazgeçmek demek,
Mutlaka köye gidip babaanbemin elini öpmek, halamları amcamları ziyaret etmek senede bir kaç gün de olsa köy havası almak demek,
Geceleri sokaklarda geçiren komşularla laflamak demek,
Terasta halının üstünde yıldızların altında uyumak demek
Trafik sesi duymadan sadece kuş sesleri ile uyanmak demek,
Bol bol kitap okuyup belgesel izlemek demek,
Evde Ege Boracığımla oyun oynamak demek ( yeğenim olur kendisi)
... ve daha pekçok şey....
Peki İstanbul'da Kayaşehir'de ne yapılır???
Dün sırf evde durmamak için Sultanahmet'e gittim. Önce çok sevdiğim Firuzağa Camisine gittim. Eskiden arkadaşlarla sırf tuvaletleri temiz diye buraya gelir namazlarımızı burada kılardık. Artık tuvalet leş gibi. Abdest alıncaya kadar içim dışıma çıktı. Üstelik ne havlu ne de tuvalet kağıdı vardı. Bi daha mı tövbe...
Caminin bahçesini ise her zamanki gibi çok sevimli buldum. Ağaçlarla çevrili minicik bir avlu. Burada namaz kılmayı ve bu avluda oturmayı hala seviyorum.
Ardından Sultanahmet Cami 'ne geldik. Bu sıcak yaz gününde bile çok kalabalıktı. Bu kadar insan beklemiyordum. İyi ki de zamanında sık sık gelmişim de tenha hallerini de görmüşüm, şükürler olsun. Önce eşimle iç avluda biraz oturup kalabalığın geçmesini bekledik. Ama nafile bir bekleyiş...
Kalabalığın bitmeyeceğini anlayıp sonunda biz de sıraya girdik. İçeri girmemle kusmamak için kendimi tutmam bir oldu... Aman yarabbim nasıl kesif bir ayak kokusu anlatamam. Turist olsam cami = ayak kokusu derdim. Acilen bu ayak kokusuna bir çözüm bulmaları gerek... Caminin içi tıklım tıklım. Camiden çok bir müzeye dönüşmüş. Geçenlerde gittiğim Dolmabahçe Sarayı Resim Müzesinde bile insanlar daha saygılı ve sessizdi, herkes fısıltı ile konuşuyordu. Bir de cami de ayaklarını ayıra ayıra yatıp uyuyanlara çok şaşırdım. Hadi edebi ile oturup dinlenenlere bir şey demiyorum da ama (Camide bari) Kıbleye karşı ayak uzatılmaması gerektiğini insanlarımız hiç duymamışlar sanırım.
Kokudan ve kalabalıktan caminin güzelliğini pek fark edemedim maalesef. İçimde bir huşu, dinginlik oluşmadı.
Bu ziyarete ait tek kazancım ise iç avluda kalabalığın geçmesini beklerken caminin hat yazılarını inceledim ve okuyabildim hatta kaba taslak bir kaç kelimeyi tercüme bile edebildim ve bu çok hoşuma gitti.
Caminin kapısının üstünde yazan hat. Seyit Ahmet Gubari yazmış.
''Namazlarınıza özellikle de orta namazına devam edin. Allah'a gönülden boyun eğerek namaza durun'' Bakara 238
Bu da camiyi yaptıran I. Ahmet'in Osman Gazi'ye kadar soyu. Burada da ilgimi çeken şey Fatih Sultan Mehmet diye alışmışız , FSM için Sultan Muhammed yazıyor başta anlayamadım kim olduğunu . Sultan Muhammed ve Sultan Mehmet aynı şekilde yazılıyor.
''El- Kasîbu habibullah'' anlamı ''Kazanan Allah'ın sevgili kuludur''
Hattat Ali Haydar Bey celî tâ'lik zerendut levha
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder