İstanbul'dan sonra gidilebilecek en güzel yer olarak göründü bana Mardin. Zaten tercih edebileceğim çok az şehir vardı. Her ne kadar ilk tercihlerimi Artvin Arhavi ve Rize'nin ilçelerini yazsam da içimden hep keşke Mardin ya da Van çıksa diyordum. Veee nihayet Mardindeyim.... İşe başladım, yerleştim, eee alıştım da sayılır...
Mardin çok özel bir şehir. Dünyada iki şehir toptan koruma altına alınmış; biri Venedik, diğeri ise Mardin... Pek çok kültürün harmanlandığı, pek çok kültürün yüzyıllardır yan yana dip dibe yaşadığı gerçek bir kozmopolit bir mekan. Mardinle ilgili anlatılacak çok şey var , sonra anlatacağım.
Mardine ilk geldiğimde sanki başka bir ülkeye inmiş gibi hissettim. Atatürk Hava Limanının devasa, işlek, profesyonel, capcanlı havasından sonra Diyarbakır Havaalanı sanki bir köye gelmişim hissini uyandırdı. Daha güneş doğmamıştı İstanbul'dan havalandığımda. Tepeden E-5 ve TEM aort atardamarı gibi görünüyordu. Sanki İstanbul bir kalpti, atıyordu... Diyarbakır'a varırken güneş doğmuştu ama aydınlık, parlak, ışıldayan bir şehir değil, kapkara, sevimsiz bir şehir karşıladı beni. (Lütfen Diyarbakırlılar kızmasın) Oradan Mardine gidecek araç için yola koyuldum. Sanki 1970'li yıllarda kalmış buralar, sanki zaman donmuş burada asılı kalmış. Leş gibi sigara kokan, kapkara, pim pis eski hurda bir minibüse binip Mardin'e doğru yola çıktım. Bu söylediklerimden karamsar mutsuz olduğumu sakın zannetmeyin. Tam aksine Afganistan'da seyahat eden bir turist edasıyla tüm bu olumsuz koşullardan zevk bile aldım diyebilirim. Başka bir memlekete gelmiştim, koşullarında katlanacaktım. Yollar dümdüzdü. Arada köyler görüyordum, burada nasıl yaşıyorlar, nasıl vakit geçiyorlar dediğim köyler; kapkara, ağaçsız, pis, hiçbir güzellik barındırmayan köyler...
Sonra Mardin.....
Sonra çok yoğun günler ...
Resmi işlemler
Bir MEB, bir okul...
Ev bul, tekrar İstanbul , toplan, taşın , geri Mardin, tekrar yerleş, Tam 7 kilo vermişim bu keşmekeşte. Yeniden bir hayatı düzene sokmak ne kadar da zormuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder